Binlerce kelimeyi beyaz bir kâğıt parçasına yazsa yine de içindeki hızlanmış ritmi tarif etmeye yetmez. Bu kaybolmuş bir kadının ruhundan kopan düşünce günlüğüdür; o yüzden her kelime ıstırapla, nakış nakış işlenmiş; her söz öbeği hayattaki yerini yaşayarak bulmuştur. Kâğıda dökülen her kelime ve daha nicesi gibi söylenecek, dahası yazılacak çok şey vardır ama bir ömür de yazsa kadının kör ruhu yeniden çiçek açmayacak veyahut hayatta kendini kovalamayı bırakamayacaktır. Binlerce kelime ve milyonlarca cümle kursa da içinde harman olmuş tüm o duygu karmaşasını açıklayamayacak kadar yorgun, elleri hızlı bir ritimle titremektedir. Penceresine yaklaşıp kararmakta olan gökyüzüne bakar, günün en kasvetli anı… Güneş yeryüzünden usulca çekilirken karanlık kollarını insanlığın etrafına hızlıca sarmaktadır. Kadının boğazını sıkan görünmez hisler, nefes almasına müsaade etmez; öksürsem geçer diye düşünse de kasılan midesi, gözlerinin dolmasına bile ancak izin verir. Şu akşamüzerleri olmasa diye düşünür kadın, hep gündüz olsa ya da gece hiç bitmese ama şu güneşin yeryüzüne vedası ve ayın kucaklaşması hiç yaşanmasa. Tam aydınlığa alışmışken güneşi, tam karanlığa alışmışken geceyi kaybetmek öyle büyük bir ıstırapla sarsıyordu ki kadını, sadece o an yere yığılsa asla kalkamayacak kadar güçsüz hissediyordu kendini. Yüzünü okşayan ılık rüzgâra bile şiir yazabilirdi ama kelimeleri çoktu, o kadar çoktu ki kafasının içinde bir karınca yuvası ve sayısını anlayamayacağı kadar çok karınca varmış gibi hissediyordu.


Kafamı usulca kaldırıp, kararmış gökyüzüne bakıyorum, o kadın benden bir parça mı? Bir günlüğün sonunda ne bulacaktım kendimden öte?