İçindeki kırgınlığı birine anlatabilseydi bunu ne şekilde ve hangi ses tonuyla anlatırdı acaba? Konuşmanın ortasında ağlamaktan kusmaya mı başlardı, yoksa tüm hisleri bedenini terk etmiş gibi öylesine donuk bir suratla devam mı ederdi? Sahi olabilecekken bu durumu imkânsız hale getiren kendisi olabilir miydi? Anlatsaydı ne değişecekti ki hayatında? Kırgınlığımı haykırsam dedi kadın, kararmış gökyüzüne bakarak; rahatlasam, bir çığlık kopsa kalbimden, tüm hayatın üzerinde yankılansa… Bu kendini kaybetmiş bir kadının yakarışı değildi, bu artık kalbinin ağırlığını taşımaya gücü yetmeyen yorgun, biçare bir kadının yakarışıydı. Artık tüm çabası boşunaydı, çıkış yolu aramak için hayata hep geç kalmıştı. Vücudunun titremesinin geçmesini bekleyip sakinleşmeye çalıştı. Saçları beyaz değildi, hala sağlıklı görünen bir vücudu vardı, dışarıdan bakıldığında kimse bu kadının acı çektiğini anlamasın diye sanki ilahi bir güç onu kamufle etmiş gibiydi. Aslında bu durum onu yoruyordu, şimdi diyordu: “Keşke şuracıkta aklımı kaybetsem, bayılsam; keşke çökmüş göz altlarımı, genç yaşımda beyazlamış saçlarımı görüp insanlar benim için endişe etse.” Endişe kelimesi beyninin her noktasına hücum etmeye başladı, endişe ediyordu, delirip herkesi hayal kırıklığına uğratma korkusu onu sarsıyordu. Sanki buna hakkı yokmuş gibiydi, onun hayatı sorumluluklarıyla dolu, onu içinde boğan uzun ve yorucu bir yolculuk gibiydi. Delirmek dedi ellerine bakıp, delirmek bu dünyaya büyük bir başkaldırış olurdu.

Günlüğü kapatıp yatağıma uzanıyorum. Bir kadın… Bu kadının hayata asla yetişememesi nasıl bir histi? Hayatın dışında kalması, delirmemek için kendine koyduğu kurallar ona gerçekte nasıl hissettiriyordu?