(2. Bölüm)


Ara sokaklar kaçış için biçilmiş kaftan, benim mermiden hızlı olmam gerek. K-2000 Mega 15+1 şarjör mermi kapasitesi var.

Beni kovalayan kişinin mermisi, benimse nefesim tükenmek üzere. K-200 Mega'nın sesini duyuyorum.

Edison, ısıtılmış bir flamanın moleküler boşlukta elektron yayılmasını buldu. 1883'te bulduğu bu olay sıcak katotlu tüplerin temelini oluşturdu. Daha sonra akkor lambanın üretimini geliştirmeyi başardı. Bu icat insanlığı aydınlatıyor, benim gecemi karartıyor. K-2000 Mega'nın sesini duyamıyorum. Ensemde bir sıcaklık hissediyorum. Dizlerimin üstüne çöküyorum. Sokak lambasının ışığı gözlerimi kamaştırıyor. Sırt üstü yere düşüyorum.

Thomas Edison gecemi karartıyor. Nancy Sinatrabang Bang'le uğurluyor...

Zihin inşası başlıyor:

Gökyüzünden para yağıyor. Yürümeye başlıyorum. İlerledikçe para yağmuru kesiliyor.

Dönüp arkama baktığımda insanların yerdeki paraları toplamak için birbirlerini ezdiklerini görüyorum.

Elimi cebime atıyorum, çakmağı çıkartıp çakıyorum.

Birbirlerini para için ezen insanların ceplerindeki paralar, insanlarla beraber yanmaya başlıyor.

Başımı eğiyorum. Plazaları, arabaları, insanları, çöp kutularını, sokak hayvanlarını, kafelerde oturan insanları görüyorum. Evinde eşine şiddet uygulayanlar... Gözlerim ailemi, eşimi arıyor. Benim olduğum yerde her şey şeffaf, ya dünya?

Gökyüzüne bakmaktan korkuyorum.

Solumda şelalerin sesini, kuşların cıvıltılarını, sağımda soğuğu hissediyorum.

Geçmişte hırs, öfke; gelecekte araf. Başımı eğmekten korkuyorum.

Atmosfer bir anda değişiyor.

Doğa, insanlar, hayvanlar, hırs, öfke; plazalar insanlar.... hepsi geride kalıyor.

Çölde yalnız yürümeye başlıyorum. Bana doğru koşan küçük çocuğu görüyorum. Hızla yaklaşıyor. Yanımdan geçerken eliyle kapüşonunu geriye atıyor. Çocukluğumun gözlerimin önünden geçip gidişini görüyorum.

Avazım çıktığı kadar bağırıyorum, gitme, geri dön!

Çölün ortasında benimle beraber ilerleyen akbaba kalıyor.

Elimle gözyaşlarımı siliyorum, silerken elim yanıyor, anlık bir acı hissediyorum ama geçiyor.

Acıkma hissi geliyor. Aklıma o an kremalı mantar sosuna yatırılmış bonfile geliyor.

Doygunluk ve tokluk hissini aynı anda yaşıyorum.

Dursam ölecekmişim gibi, koşsam yetişemeyecekmişim gibi.

Karşımdan altmış beş yaşlarında bir adam bana doğru geliyor, yüzünü seçemiyorum, elinde tüten bir şey var. Ne olduğunu kestiremiyorum, bir anda yok oluyor.

Çölde, gecekondu mahallerinden geçiyorum. Evlerinin önünde oturan yaşlı teyzeleri, amcaları görüyorum.

Sokağın sonunda, evin önündeki kalabalık dikkatimi çekiyor. Eve yaklaşıyorum. Yüzünü seçemediğim adam elindeki izmariti yere atıp üstüne basıyor, eliyle gözyaşlarını siliyor ve kapıdan içeri girip kayboluyor.

Evin içindeki ağıt sesleri çölümde yankılanıyor.

Sıcaklık ve nem artıyor, sanki İklim değişiyor.

Koşmaya başlıyorum zihnin oyunları başlıyor, engellemeye çalışıyorum.

Her şey daha yavaş ilerliyor. Kafamı sağ tarafa çeviriyorum. Evlerin içindeki insanları görüyorum. Ailesiyle yemek yiyen insanların yutkunma sesini duyuyorum, midelerindeki doluluğu hissediyorum, elindeki yetim hakkının boğazından geçerken o doygunluğunun hazzı ona mutluluk veriyor. Nimetin isyanını bir tek ben duyuyorum.

Sesi duymamak için elimle kulağımı kapatıyorum.

Elindeki kırbaçla yatağa bağladıgı kadına vuran adamı görüyorum, zihnindeki düşünceleri hissediyorum. Ağlamaktan gözümden kanlar akıyor, görmemek için elimle gözümü kapatıyorum, nimetin isyanı kulaklarımı yırtıyor. Evde babasını bekleyen çocuğun umudu kalbimi parçalıyor.

Tavana astığı ipi boynuna geçiren adamı görüyorum. Ödeyemediği borçları yüzünden hayatına son vermek üzere. Azrail tabureye altından çekiyor, boğulurken çıkarttığı sesleri duyuyorum. Nefesini kesen ipin feryadını hissediyorum, dayanamıyorum, yürümeye başlıyorum.

Zaman normale dönüyor.

Ebedi dostluklar arkadaşlıklar ediniyorum burada.

''Sözümü tutum.'' diyor sanki biri yukarıda, anlam veremiyorum.


Su sesi ve toprak kokusu alıyorum.