Usul usul yağan karın sesini işitebiliyorum. Şehri beyaza bürüyen, şımarık kentli çocukların rüyası olan kar taneleri bana bir şeyler söylüyor.

Ben odamın penceresinden seyre dalmış düşünürken sokağın ev sahiplerini, ay sonuna yetmeyecek kömürün sobalardaki haykırışını duyabiliyorum. Çıldırdığımı düşünen o acınası gözlerin hayretini, beni gaipten sesler duyduğum için şizofrenlikle itham eden dillerin acımasızlığını hissedebiliyorum.


Peki söyleyin bana, yalnızlığımı paylaşmadığım için beni cimrilikle kim suçlayabilir? Kim beni açlıktan gözyaşı döken çocuğun, yorganın altında Tanrı'dan ekmek istediğini duyduğum için hor görebilir?


Eğer dikkatlice dinlerseniz daha önce hiç duyulmamış sesleri işitebilirsiniz. Peki kim duymak ister ki acının kulakları sağır eden feryadını? Kim bir ananın çaresizce çırpınışını görmek ister? Veyahut kim sessizliğin lisanını bilebilir? Ben bir filolog değilim elbet. Kulaklarım da bir müzisyenin kulakları kadar hassas değildir. Ancak ben dört duvarın sohbetine iştirak edecek kadar tavizliyimdir egomdan. Filozofun da dediği gibi: "Ne zaman yukarılara tırmansam, ego denen bir köpek tarafından takip ediliyorum." O köpeği bağlamadan duymak mümkün mü hiç duyulmamış sesleri?