Bubisanat'ın ben edebiyat değilim ordusuyla ilişkili olduğu biliniyor. Ordu diyorum çünkü üzerimize boca edilen karanlıkla ordu olunmadan mücadele edilmiyor. Mücadele etmek ya da var olanı eleştirmek -hele edebiyat alanında- oldukça kritik bir iş. "Eleştiri, aklın özgürleştirilmesidir" der birçok eleştirmen. Eleştiri, kötü olanın karşısına iyiyi, geri olanın karşısına ileriyi, karanlık olanın karşısına aydınlığı yerleştirmedikçe beyhude bir çabadır, diye eklemek istiyorum. Kötü olana tereddütsüz kötü demek bu mücadelenin en önemli aşaması ancak 'iyi'yi üretmedikçe bu mücadelenin bir ayağının yere basmayacağı hasır altı edebileceğimiz bir gerçek değil. Yanlış anlaşılmasın, bu konuda bir eksik sezdiğim için yazmıyorum bunları. Aksine, mücadeleyi eksiksiz yerine getirdiği için ordu sıfatını hak ediyor Bubisanat. Burada üretilen her bir içerik, bu ordunun cephanesini oluşturuyor. Eleştirmeye, cephanemizi genişletmeye devam edeceğiz.


Bazen, niteliksiz olana tahammül edemiyor, eleştirinin ayarını kaçırabiliyoruz. Haksız olduğumuz söylenemez. Ancak "nitelik"ten ne anladığımız, eleştirinin şiddeti arttıkça gözümüzden kaçabiliyor. Neye niteliksiz diyoruz? Ya da hangi özelliği eseri niteliksiz yapıyor? Bunlar, cevabının net olması gereken sorular. Tersinden sorayım, belleğimize kazınan, edebi ve estetik anlayışımızın şekillenmesinde büyük etkisi olan yazarlara neden nitelik atfediyoruz? Büyük ustalarla bugün üzerimize edebiyatın en çirkin boyutuyla hücum eden -yazar demek içimden gelmiyor- insanlar arasında bir kıyaslama yapmak başta acımasızca gelebilir ancak tartışmanın somutlaşması için gerekli, ustaların affına sığınıyorum.


Orhan Kemal'i, Nâzım'ı, Yılmaz Güney'i 'büyük' yapan şey nedir? Politik duruşları mı? Her birinin kendi alanında "devrimci" olması mı? Bunlar çok önemli faktörler fakat akıllara "sanatçı politik olmalı mıdır?" sorusunu getirebilir. Bu sorunun cevabını başka bir yazıda tartışırız umarım. Bu önemli faktörlerin ardındaki sebepleri kurcalamak, "piyasa edebiyatı"nın niteliksizliğini kavrama konusunda yardımcı olacaktır.

Orhan Kemal, emeğiyle geçinen sıradan insanın aşklarını, yaşam kavgasını, heyecanlarını edebiyata taşıdığı için büyüktür. Tarlada çalışan bir işçi onun bir romanıyla dağıtır yalnızlığını, akıntının içindedir. Akıp giden hayatın tam ortasında yeşerir onun kitapları.

Nâzım, dört duvara mâhkum olmasına rağmen dışarısıyla birlikte soluk alıp verdiği için büyüktür. En güzel şiirlerini en sıkıntılı anlarında yazar. Karşıtlıkları akıntıyı güçlendirir. Aşklarını, dostluklarını, hayatın kendisini yepyeni bir dünyada yeniden kurguladığı için yazar en güzel dizelerini.

Yılmaz Güney, yepyeni bir dünyayı taşır perdeye. Ücra bir Anadolu köyünde kederini dağıtır ırgatın ve kendisi hâlâ o ücrada yaşar, ölümsüzdür. Ustaların bıraktığı yerdeyiz, devam edeceğiz gerçek olanın peşinden gitmeye.


Hayat, karanlığı ve aydınlığıyla, noksanlığı ve bolluğuyla devam ediyor. Bir edebiyat eserinin temel nitelik nitelik kriteri bu akıntının neresinde durduğuyla açıklanabilir. Bir roman, ya akıntının debisini değiştirir, ya da akıntının dışında bir yöne akar. Akıntının, yani yaşamın en gerçek noktasında yeşerir edebiyat. Tek bir harften, sayısız kitaplara kadar üretilen her niteliksizliğin karşısında edebiyatı yaşamla buluşturup kavga etmeye devam edeceğiz.