Ölümün meyhanesinde vardiya değişimi

bekçilerin alışmışlığıyla, balbalların esirgemez bakışlarıyla yapılır

Durgun don çözülür, bir türkü salınır boğazdan aşağıya

bin koldan gelip bir vücut uyumunda yakıp düşer obruğa.

Boğazdan aşağıya bir oğlan çocuğu salınır

arsız, kuduz köpek simasında yorgun deniz

hantal bedeninde zamanın umarsızlığını

kamburunda tarihi ve yaratıcısı kocakarıyı taşır.

Düşüşü yalnızca öldürenler bilir,

tuz olup eriyenler, harç olup suya toprağa karışanlar

rüzgarın elini kuşun derdini yalnızca öldürenler bilir.

Kara çatılı, ucuz harçlı üzerinde ne bir keramet ne de özen barınan

sahibinin derdini tasasını teninden çekip alan

yoz memlekette, yoz mahallede, yoz bir oğlan

cereyanına kapılıp, açıp çerçevelerini

bir gece habersiz yatağında yatarken

hem de bir o kadar güçlü, kuvvetli, gürbüz olsa da

zihnini ve yüreğini besleyen tek bir solukla

memleket ayazında

çarpar vurur parmakları

çarpar vurur pervazları.

O uzak deniz ülkesi, irfan dolu Mevlevi teknesi,

genzi yakan çamaşır tekkesi

ve Brissenden'in ölümü müjdeleyen şiiri

çarpar vurur parmaklarım

batan geminin sintinesinde kalmışım.

Ayrı düşmüş toprağa tenim

yazık ki kıbleye ters son nefesimi vermişim.

Ne varsa hayattan beriye dost, aile, sevi

karides, Laz takası, ömrüm hepsi

batan geminin malıdır şimdi.