hiç beklemedik geçmesini,

rüzgarın lehimize esmesini

ve kıyılarımızın birbirine değmesini

öyle anlamlı geliyordu belki de acı.

durmasını, kalkmasını

yara izlerine inatla basmasını

sanki aşk tutar bizi korkusuyla

üç kuruşa bile olsa ruhsuz şehirlerde

duygularımızı satmasını

bilemedik. bilmeli miydik?

veda böyle de anlam kazanıyordu,

gitmenle alakası yoktu

sevgimden çoktu ki düşünememiştim.

ardımda kalanlar, önümde duranlar

bir bağ kuramasam dahi

geçmişimden yediğim ucuz yargılar,

gelmese bile inşa ediyordum geleceğimi.

bir yandan umursamadan,

sabahlara kadar uykusuzluktan

ve sana susuzluktan daha ağır gelmişti.

en olmadık yerindeydin evimin,

dört duvar arasında beni kendimle boğan,

kalbimi kendimle kıran,

düş müydün? düşüş mü?

şimdi sadece bu aklımda olan.


adın geçmiş sorularımdan

hiç kimseden alamadığım cevaplardan

bitap düşmüştüm.

ki o halimle bile seni düşünmüş,

kendimle küsmüştüm.

tekrar barışıyorum,

tekrar tekrar savaşıyorum;

hayaletinle, özleminle, sessizliğinle

seninle, seninle.

yalnızlığımla, gurur depolamış bir yığın var şimdi aklımda

sıradan bir o kadar yara saran

bir sanat galerisi geziyorum;

hazırım, başlıyorum omuzlarından...

öyle bile geçmiyor ağrısı,

kalbinde kaldıysa en ufak sızısı

bir röntgen, bir tomografi.

bilmem ne kadar özel sana sigortam,

beni sana bağlayan, seni benden alan.


hiç ummadık yerdesin,

en olmadık anda.

bir avuç içi buruşukluğunda,

çizgilerimden kopmasan bile kolayca,

o an, bu yara

anlam kazanacak istanbul'un olsa bile

en ücra noktasında

ben yine göğü seyredeceğim,

silüetin ve

belki beni yarım bırakan zerrelerin

bir parça gözükür diye gözlerime.