Dağlar düştü payıma, en tepesinde tan ağrısı

Dayadım sırtımı şimdi, doğunun en gebesinden gün ortası...

Burası, yorgunluktan geceyi kaçıranların saklı yuvası

Aşk mandırası, er meydanı... 

Ne yürekleri evlat edinmiş, nice sahipsiz sırtların ardında durmuş

Yanakları kızarmış, elleri kararmış, kaç çocuğa babalık etmiş dağlar...

Ne yanlış tanırlar, zihinlerinde evler, karanlık mağaralar

Kırmızı çizgilerinde dava!

Dava: kan, namus ve para

Nasıl da tiksiniyorlar, sanırsın orada tüm varlıklar

ahlak, adalet ve medeniyet uğruna

Sanma ki saklıdır hakikat, kimse bilmiyor sanma

Yıllardır aşinayım ettiklerine. 

Çok iyi bilirim doruklarından eteklerine ne çığlar büyüttüğünü, 

barbar adamı gerdanında bir leke gibi taşıdığını,

sağ ayağımla çıkarsam beni göğe kaldıracağını...

Bilirim, omuzlarında atılan her kurşunun önce seni deldiğini

Bağrında dökülen her kanı kendi utancın saydığını

Ben gördüm nasıl içini çektiğini

İçin kan dolu şimdi!

Utandırıldın hakkın olmadan, hakkı olmayanlarca

Düz görmeye alışmışlara yükseklerin, uçurumların

bittiğin yerden aşağı zamanı iten, heyecanı getiren keskinliklerin zor geldi.

Duruşun hep dimdik ve yüce...

Bu yüzden hala saygıdeğer ve

tek başına.

Mahzun durma sakın, ne kabalık senden ne de cehalet

Kalpleri kadar adımları da sert adamlar ezdi toprağını

Ayakkabılarındaki çamurdan habersiz

Öfkeyle çığlıklar kopardılar

Yankısı heybetinden sekti, onurlarına değdi

Kara çamurlarını kalplerinde tuttular 

yıllardır habersiz...

Ahh yazık, vallahi yazık! 

Çirkin suratlarında öfke var ve haykırıyorlar: Dağlılar! 

Gücendiriyorlar onları

Sabah günden önce doğan, gün boyu geceyi kovalayanları.

Böyle millete efendiliği zerre umursamayanları

Onlar nispet edildikleri dağlar kadar tek, dimdik

bir de her akşam üzeri mahzunlar.