Burnumda ekşi bir üzüm kokusu, aslında hiç huyum değildir şarap içmek; içimde uzun süredir olmayan bir yalnızlığın vuslatı, aslında hiç huyum değildir birini terk etmek.


Güneş ayrı bir cesur bugün, hiç tereddüt etmeden vurdu camdan; tam da yüzüme. Gözlerimi ürkek açtım. Nereden geldiğini anlamadığım bir ses vardı odada, rahatsız edici bir sesti bu. Kendimi balkona attım. Enteresandır ki az önce sanki odanın içindeymiş gibi duyulan bu ses şimdi de aynı şekilde balkonda duyuluyordu. Ses sanki gökyüzünden geliyordu ama doğal bir ses değildi bu. Daha çok bir müzik gibiydi; sözleri olmayan bir müzik, enstrümantal bir müzik. Oldum olası sevmemişimdir sözleri olmayan müzikleri. Bana göre müzik; melodisiyle kalbe dokunmalı, sözleriyle de insana düşünmeye fırsat vermeden sadece iyi hissettirmeliydi. Tam da bu yüzden enstrümantal müzik hep belirsiz gelmiştir bana, belirsizlikse korkutucu.


Sesin kesileceği umuduyla dışarı çıktım. Ama nereye gitsem ses oraya hükmediyordu ve her seferinde bana bambaşka duygular hissettiriyordu. Öyle ki, bu sesin varlığında, sanki ben yaşarken birileri beni izliyordu bir sergide ünlü bir ressamın tuvalini izler gibi, sanki ben yaşarken birileri beni kaydediyordu bir sanat filmini kaydeder gibi.


Gün batarken eve döndüm ve Aysel’in attığı mesajı gördüm. Aysel her gün bu saatlerde mesaj atar, beni ne kadar sevdiğini söyler, sonra da benden ona bir şiir göndermemi isterdi. Bu ne zamandır böyleydi hiç hatırlamıyorum. Beklemediğim bir anda girmişti hayatıma Aysel ve hala da çıkmamıştı, çıkmak istememişti. Anlattığına göre dergide yazdığım bir şiiri okumuş ve çok etkilenmişti. Sonra da bir şekilde beni bulmuş ve o günden sonra yanımdan hiç ayrılmamıştı. Ona göre aşıktı bana, bana göreyse şiirlerime aşıktı Aysel. Birçok kere ayrılmak istemiştim ondan ama bir türlü becerememiştim ayrılığı. Bilmezdim ben ayrılmayı, belirsizdi benim için ayrılınca hissedeceklerim, belirsizlikse korkutucu.


Kafamda çalan ses ve bu sesin bir işaret olduğu düşüncesinin verdiği cesaretle Aysel’i aradım. Hiç uzatmadım bu sefer, direkt söyledim ayrılmak istediğimi. Aysel ağladı biraz ama hiçbir şey söylemedi. Aysel sadece ağladı, ses bir yerlerde çalmaya devam etti. Bense masanın üzerinde duran şiirlerden bir şiir seçtim ve son kez okudum onu Aysel’e:


‘’Enstrümantal bir birliktelik bu

 Şiir yazan bir adam,

 Şiirlere aşık bir kadın.

 Sonu belirsiz bir birliktelik bu,

 Belirsizlikse korkutucu.‘’


Sonra tüm suçu bu şiire yıktım. Aysel sustukça ben şiiri okudum, onun bana sormadığı soruları ben şiire sordum, o ağladıkça ben de içimi şiire kustum. Şiir bitince telefonu kapattım, bir kadeh şarap doldurdum ve dedim ki kendi kendime;


‘’Sevmenin de suçlusu şiir ayrılığın da, şairlerin bize yaptığı kötülüğü kim yaptı ki başka? ‘’