Tan yeri ağarıyor şimdi,

Sen doğuyorsun en kızılından.

Geçmişim gibisin bugünümü yaşamama izin vermiyorsun,

Bugünümsün, yarınlara gözlerimi kapıyorsun.

Sen nesin ki bana öldüresiye ızdırap veriyorsun?

Ben neyim ki, Tanrı'nın bana emanet ettiği bu bedeni iflah olmaz bir sevdayla çürütüyorum?

Yaşlanıyorum peşinden koşarken, vaktim doluyor fani dünyada vuslatı beklerken.


Ne yangınlardan söz ettik birlikte, hepsini de yaşadık kül olacağımızı bile bile. 

O alevlerin içinden sapasağlam çıktın sen kurnaz aklınla,

Beni baş başa bıraktın yabancılaşmış ruhumla.

Peki dediğin gibi olsun, ben gaddarım ya senin gözünde,

Ardında bıraktığın bu enkazdan da çıkarım, öyle ya da böyle. 

Fakat bana pişmanlıklarından bahsetme sakın günü geldiğinde. 

İnsan bu beşer şaşar, 

Sen de şaşma aradıklarını bulamazsan o meşhur hayallerinle.

Çünkü bugün kapattım kalbimin kapısını, kan kırmızı bir mühürle.


Bundan sonra her gün bitiminde esmer geceleri yaşayacağım. 

Gökyüzü hep olduğu gibi senin teninin rengine boyanacak,

Dolunay gözlerin gibi ışıldayacak, 

Ben altında dımdızlak kalacağım.


Hiç güneş görmemiş, 

Hiç o sıcaklığı hissetmemiş gibi,

Hep ayaz yemiş, hep soğukta kalmış gibi.


Velhasıl ben;


Açlıktan ölmek üzere olan bir sokak köpeği gibiyim,

Kaldırımda kıvrılıp sonunu bekleyen,

Dilini anlayan kimsesi olmayan,

Yalvaran bakışlarıyla göz kapaklarının ağırlığında kaybolan.

Şu vakitten sonra gelsen de kurtaramazsın,

Karların altındayım, eşeleme boşuna, canlı bulamazsın.