Ertesi gün öğlene doğru uyanıp yataktan çıktığında dizlerinde hafif bir sızı hissetti. Hafifçe önüne doğru eğilip baktığında kızarıklıkları gördü. Önceki gece gördüğü kabusu hatırlamaya çalıştı duşa girerken. Gerçekten kabus muydu? Peki anlamı neydi? Bilinçaltında bastırdığı bazı duyguların açığa çıkması mı? Yoksa izlediği bir film ya da okuduğu bir kitabın etkisi miydi gördükleri? İlk kitabını yazarken araştırdığı konulardan bir tanesi rüyalar ve anlamlarıydı. Okuduğu bir kaynakta; ‘’Her rüyanın insan ruhunun derinlikleriyle ilgili bir anlamı vardır.’’ Diyordu. ‘’Bastırılmış duygular, yaşanılmış ama atlatılamamış travmalar, insan bilinçliyken bunların farkında olmasa da beyin asla unutmuyor, bir yerlere kaydediyor, uykuya daldığı zaman ortaya çıkarıp bu sorunları halletmeye çalışıyor.’’ O kadının yüzünü hatırlamaya çalıştı. Belki geçmişinde bir yerlerde rastlamıştı, belki onunla ilgili bir şeyler yaşamıştı ama hatırlamıyordu. Ve şimdi kadının yüzü de silinmeye başlamıştı hafızasından. Hatırlamaya çalıştıkça daha çok unutuyordu. İnsan zihni ne tuhaf diye aklından geçirdi. Her şeyi bir yerlere kaydediyor ama sonra kaydettiği yeri unutuyor, en umulmadık zamanlarda olmayacak şeyleri anımsıyordu. Sanki beynimizin kontrolü bizde değildi, o kafasına öre takılıyordu.
Duştan çıkıp mutfağa gitti. Bir oda büyüklüğündeki geniş Amerikan mutfakta gereken her şey vardı. Sevgilisinin haklı olduğunu bir kez daha anımsadı. Bu mutfaktaki eşyalar bile çok değerliydi. Ama neden? Neden bu kadar ucuza almışlardı bu evi. Hayatı boyunca istediği ne varsa büyük fedakârlıklar ödeyerek kavuşmuş biri için bu kolaylık hala canını sıkıyordu. Önce bir şeyler yemeyi düşündü sonra vazgeçip kendine sert bir kahve yapıp verandaya çıktı. Bir süre sallanan sandalyesinde oturup ormanı izledi. Güneş en tepede durmuş bir spot lamba gibi aydınlatsa da etrafı, ağaçların sıklaştığı yerler hala karanlıkta gibiydi. Karanlık! Gölgelerin ardında saklananları hayal etmeye çalıştı. Belki biri oradan onu izliyordu. Paranoyalça düşüncelerinin arttığını hissedince bir sigara yaktı, dumanı içine çekerken yine gözüne kaçmıştı ve nefret ediyordu bundan. Sinirlenip sigarayı sertçe ahşap sandalyenin yan tarafına bastırıp söndürdü. Sigaranın közüyle yanan ahşapın kokusunu duydu. Elindeki kahve fincanın yere bırakıp ayağa kalktı. Verandadan aşağı inip rüyasında kadının koşarak kaçtığı yere doğru yürümeye başladı. Merak, insanın en büyük baş belası aynı zamanda ödülü olabilirdi. Sonunda ne olacağını bilmeden atılan her adımın taşıdığı riskler, bilinmezlik… Öyle bir adam değildi aslında, yazarken bu merak duygusunu kullanırdı ama yaşarken, o kapıyı aralamayı sevmiyordu.
Evin önündeki boş alanın bitip ağaçların başladı yere gelince bir süre durup etrafı izledi. Sonbaharın ortasıydı ve hafif nemliydi toprak. Toprağın üzerine bir örtü gibi serilmiş kahverengi yapraklar, çıplak dallarını çarpık şekillerde sağa sola uzatmış ağaçlar. Neden hiç kuş yoktu? Ağaçların arasında yürümeye devam etti. Ne aradığını bilmeden, daha çok bilmediği aradığının onu bulmasını umut ederek yürüyordu. Umut, meraktan daha tehlikeliydi. Bir insana umut vererek çok şey yapmasını sağlayabilirdiniz. Mesela çalıştığı iş yerinde terfi ve zam alma umudu verip daha çok çalıştırabilirdiniz. Zengin olup iyi bir hayat sürebilme umudu verip kumar oynatabilirdiniz. Sevme ve sevilme umudu verip birine aşık edebilirdiniz. Böylece asla yapmam dediklerini bile yapar hale gelirdi insan. Umut, insana sigara ve alkolden bile daha zararlıydı.
Belki bir ayak izi, belki kırık bir dal, belki bir kumaş parçası… Ne sanıyordu ki kendini, olay yeri incelemede çalışan bir polis mi? Ağaçların arasından eserken hafifçe ıslık çalan rüzgardan başka bir şey yoktu. Biraz daha yürüdükten sonra ne yapıyorum ben? Diye kendine sordu. ‘’Bir rüyanın peşinden mi gidiyorum?’’ Zaten hayatı boyunca hep bir rüyanın peşinden gitmemiş miydi? Onu buraya, şimdiki olduğu yere ve olduğu adama dönüştüren de bu rüya değil miydi? Ama bu defa farklıydı. Farklı olduğuna inanmak istiyordu. Daha fazla peşinden gitmek yerine gerçeğine geri dönmeye karar verip daha fazla ağaçların arasında yürümekten vazgeçti. Eve dönerken bir sincap gördü. Biraz ilerisinden yavru bir ceylan sekerek geçip gitti. Böyle korunmuş, bu kadar el değmemiş yerler de varmış diye aklından geçirdi. ‘’Ve ben bu saklı cennet gibi yerde yaşıyor, tatmin olmuyorum!’’ Bunu sesli söylemişti. Kendi sesini duyunca bir an utanır gibi oldu ama sonra keyiflendi. ‘Şu an şarkı bile söylesem kimse duymaz!’’
Ağaçların bitip evinin önündeki boş alanın sınırına geldiğinde daha iyi hissediyordu kendini. Evet şimdi bir şeyler atıştırıp yeniden yazmaya devam edebilirim diye aklından geçirdi, uzaktan evi izlerken. Tam o anda arkasından gelen bir çıtırtı duyunca döndü. Az önceki sincap koşarak uzaklaşıyordu. Öyle yakınından geçmişti ki şaşırdı. Gittiği tarafa bakarken yerdeki izleri fark etti. Sincabın gittiği yöne doğru birkaç adım atıp yere eğildi. İlk o an gördü küçük çıplak ayak izlerini nemli toprağın üzerinde. Parmak uçlarını yerdeki o ayak izinin bıraktığı kıvrımlarda gezdirdi. Tüylerinin ürperdiğini hissetti. Serin bir rüzgar esip geçip gitti yanından. Doğrulup ayak izlerini takip etmeye başladı. Ama bir terslik vardı. İzler ormanın içine değil eve doğru gidiyordu. Dün gece uyuya kaldığı verandanın önüne geldiğinde izler bir anda kesildi.
İki gündür tek satır yazamamıştı. Tüm gece içiyor, sabaha karşı sızıyor, kendine geldiğinde bilgisayarının başına geçiyor, karşısındaki boş ekrana saatlerce bakıyor, tek kelime yazamıyordu. Rüya ve gerçek arasına sıkışıp kalmıştı adeta. Bazen üst kattan gelen ayak seslerini duyuyor, aniden yerinden kalkıp üst kata koşuyor, odaların arasında gezip biri var mı diye kontrol ediyordu. Kimseyi bulamayıp yeniden aşağıya inip bilgisayarının başına oturduğunda yeniden duyuyordu ayak seslerini… Aklını kaçırdığını düşünmeye başlamıştı. Gerçekte var olmayan sesler duyuyor görüntüler görüyordu. Belki alkol yüzündendi, belki gerçekti. Ama ne yaparsa yapsın ikisini birbirinden ayıramıyordu.
Bazen evin dışarıya açılan kapısının çarpıldığını duyuyor, sevgilisinin geldiğini sanıyor seslenince cevap alamıyordu. Kapısının önündeki o ayak izlerini gördüğünden beri sevgilisi de eve gelmemişti. Defalarca aramış, mesajlar bırakmış ama bir türlü haber alamıyordu kendisinden. Tek yaptığı daha çok içmek, daha çabuk sarhoş olmak ve sızıp kalmaktı. Kırılmanın eşiğindeydi, belki çoktan kırılmıştı ama farkında değildi bunun. Oraya ilk taşındığında ona cennet gibi görünen bu yer şimdi cehenneme dönüyordu yavaşça ama istikrarlı bir şekilde. Sessizlik delirtiyordu. Sırf bu yüzden bazen televizyonun sesini sonuna kadar açıyordu.
İkinci günün gece yarısına doğru, zorlukla doğrulup kalktı sandalyesinden. Artık ne ayak seslerini ne de kapının çarpılmasını umursuyordu. Ayakta durmaya çalışırken ev etrafında dönüyordu sanki. O an tek istediği yatağına uzanmaktı. Yalpalaya yalpalaya zorlukla adım atarak çıktı üst kata. Yatağına bıraktı kendini. Gözlerini açık tutmaya çalıştı bir süre ama açık tutmaya çalıştıkça bütün oda ve eşyalar dönüp duruyordu. Dayanamadı kapattı. Bu defa kendi bedeninin dönmeye başladığını hissetti kendi etrafında. Daha önce de bu kadar sarhoş olmuştu ama bu defa kalbi deli gibi çarpıyor bir türlü sakinleşemiyordu. Panik atak geçirmenin zmanı değil diye söylendi kendine, topla kendini! Sadece çok içtiğin gecelerden biri daha…
Geniş yatağın bir tarafında uzanıp kendi etrafında dönmeyi bırakmaya çalışırken yanına birinin uzandığını hissetti. Arkasına dönemeyecek kadar sarhoştu bir elini yastığının altına sokup diğer elini yan tarafa uzatıp bir şey olmamış gibi yapmayı tercih etti. O an İsa bile yeniden dirilip yanına gelse tek tepkisi bu olacaktı. Yanına uzananın ona sokulduğunu hissetti. Soğuk bedeni titriyordu. Sırtındaki ürpertiye karşılık veremedi. Donmuş gibiydi. Sırtında hissettiği soğuk ten, bedenine sarılan zayıf kollar, korkmuştu aynı anda rahatlamıştı sanki. En azından İsa değildi bu diyerek kendince espri yapmaya çalıştıysa da o küçük ali göğsünün üzerinde, soğuk nefesini ensesinde hissetti… O an arkasını dönüp sarılmak istedi soğuk bedene. Bedenine sarılan zayıf kollara rağmen gözlerini açmadan dönecekken odasının kapısının açıldığını duydu. Odanın ışığının açılmasıyla aynı anda sevgilisiyle göz göze geldi. Kapının eşiğinde durmuş ona bakıyordu.
Kanındaki tüm alkole rağmen o an ayıldığını hissetti. Aniden doğrulup yatakta arkasını dönüp yatağın diğer tarafını kontrol etti. Az önce ona sarılan, sokulan soğuk beden orada yoktu. Sanki altında olabilirmiş gibi üzerindeki çarşafı bütün gücüyle kaldırıp yere fırlattı, kimse yoktu. Sonra odanın kapısına baktı, hala kapalıydı. Sevgilisi de yoktu. Alt kattan gelen ayak seslerini duydu. Yatağından çıkıp aşağı indi. Sarhoşluğundan eser kalmamıştı. Evin kapısı ardına kadar açıktı. Çıplak ayaklarla evden dışarı çıktı. Evin ön bahçesini aydınlatan lambalar yandı o an. Kimse yoktu. Bahçeye doğru birkaç adım atıp dizlerinin üzerine çöktü. Hareketsiz kalınca bir süre ışıklar söndü. Karanlık çökünce kadını gördü beyazlar içinde, ileride boş alanın bitip ağaçların başladığı yerde ayakta durmuş ona bakıyordu…