‘’Buna inanabiliyor musun? Eşyaları da bize bıraktılar! Bunların hepsi antika olmalı. Duvardaki tablolar, işlemeli koltuklar, yatak odasındaki o geniş yatak, üzeri tülle kaplı! Masallardaki gibi… Sadece bu eşyaların değeri bile evden daha pahalı olmalı!’’ Sevgilisi bir çocuk gibi yerinde duramıyor, odaların arasında koşuşturuyordu. ‘’Gerçekten buna inanamıyorum, giriş katındaki küçük odayı gördün mü? Bilgisayarını oraya kurarsın ve dilediğin gibi yazabilirsin orada!’’ Evet o oda tam da bunun için tasarlanmış gibiydi. Gün boyu güneş alıyor, verandaya açılan kapısıyla sıkıldığı zaman çıkıp sigara içebilirdi. Her ne kadar sigarayı bırakmak için onlarca terapi görse de olmuyordu işte. Yazarken mutlaka içmesi gerekiyordu. ‘’Hala yanlış bir şey var hissediyorum. Bu kadar kolay olamaz. Hem o kadını gördün mü? Sanki bir şeylerden kurtulmak istiyor gibi aceleciydi ve biz ne dersek kabul etti hemen’’ Sevgilisi onu duymamış gibi yapıp giriş kattaki banyoya girmişti bile. ‘’Bu banyodan iki tane daha var! Arka bahçedeki havuzu gördün değil mi? Temizletirsek istediğimiz zaman havuza girebiliriz!’’


İçine düşen kuşkuyu bastırmak için elinden geleni yapıyordu. Neden rahatsız olduğunu açıklayamıyordu bir türlü. Bir süre sonra açıklamaya çalışmaktan vazgeçti. Yazarken olduğu gibi yaşarken de doğaçlama yapacaktı. İnsanlardan uzak kalmayı bir nimet olarak görüyordu. Belki bir arınma süreci olacaktı bu. Telefonunu kontrol etti, bazen çekiyor bazen çekmiyordu. Bir şeyler satmaya çalışan saçma sapan numaralar tarafından aranıp rahatsız edilmeyecekti ki, bu bile orayı daha güzel kılıyordu.  Küçük odaya bilgisayarını yerleştirip yazmaya başladı. Arka bahçedeki havuzu temizlettiler. Haftada bir arkadaşlarını çağırıp küçük ev partileri düzenlemeye başladılar. Evet tam da sevgilisinin dediği gibi bu ev onlara göreydi ve çok ucuza almışlardı. Yayınevinin istediği tarihten çok daha önce kitabını tamamlayabilecekti böyle yazarsa. Yazmasına engel olacak her olumsuzluktan uzaktı o evin içinde. Kendini sadece yazmaya veriyordu. Zaman geçtikçe içindeki rahatsızlıktan da kurtulmaya başlamıştı ta ki o geceye dek…


 

Altı ay sonra – O gece



Son yazdıklarını yeniden okuyup imla hatalarını düzelttikten sonra kaydedip bilgisayarı kapattı. Yorgun hissediyordu kendini, her gün aralıksız sekiz saat yazmaktan. Saatine baktı, daha dokuz bile olmamıştı. Telefonunu kontrol etti. Sevgilisi iş toplantısına katılacağı için geç geleceğini yazdığı mesajı gördü. Son aldıkları işin yoğunluğu nedeniyle sürekli geç geliyordu o yüzden çok üzerinde durmadı. Mutfağa gidip dolaptan bir bira alıp verandaya çıkıp ahşap, sallanan sandalyelerden birinin üzerine oturup içmeye başladı. Sevgilisinin dediği gibi, bu evdeki eşyaları satsalar evden daha değerliydiler. Sandalye üzerinde ileri geri hafifçe sallanırken sigarasını yaktı. Gündüz yeşil ama güneş batınca kararan ağaç okyanusuna daldı gözleri. Gözüne kaçan sigara dumanıyla canı yandı bir an, aynı anda baktığı karanlığın içinde beyaz bir elbise giyen kadını gördü. Koşarken dizlerini üzerine düştü hemen kalktı. Koşmaya devam etti. Önce gördüğüne inanamadı. Gözleri sigara dumanının yakıcı etkisinden kurtulunca daha dikkatle baktı evet koşuyordu kadın. Oturduğu yerden kalktı heyecanla. Kadının gittiği yöne baktı. Kadın ağaçların arasında gözden kayboldu. Verandadan aşağı indi. Tam kadının gittiği yöne doğru adım atacakken sevgilisinin sesini duydu.  ‘’Sen uyumadın mı hala?’’ ‘’Bu saatte uyumadığımı biliyorsun’’ Öylece donup kalmıştı. Sevgilisiyle gizemli kadının arkasından gitmek arasında. Mantıklı olanı seçip sevgilisinin yanına gitti.


 

‘’Roman nasıl gidiyor?’’ sorusuna sevgilisinin ‘’Toplantılar nasıl gidiyor’’ diyerek karşılık verdi. Verandaya geri döndüğünde yere bıraktığı yarım şişe birayı eline alıp bir yudumda içti. ‘Kaçıncı bu?’’ ‘’Sayıyor muyuz?’’ sevgilisinin yanından geçip içeri girdi. Dolaptan bir şişe daha bira aldı. ‘’Bu kadar çok çalışmak zorunda değilsin! Yanımda olmanı istiyorum artık’’’ ‘’Kredi taksitlerini nasıl ödeyeceğiz? Sen hala kitabını bitirmedin, hoş bitirsen de satmadıktan sonra bize bir faydası olmayacak biliyorsun!’’ Sevgilisi haklıydı. Bu haklı olma durumu canını sıkıyordu. Üsteleyemedi, sevgilisi yatmaya giderken o verandaya geri çıktı elinde birasıyla. Bu evi aldıklarından beri ayrı uyuyorlardı, sabah sevgilisi erken uyanıyor o uyanık olsa bile uyuyormuş gibi yapıyor, karşılaşmıyorlardı. Yine öyle olacaktı. Sevgilisi yatacaktı o verandaya çıkıp yarım paket sigara birkaç şişe bira içip sızacaktı…


 

Sallanan ahşap sandalye üzerinde sızmak üzereyken yeniden o kadını gördü ağaçların arasında. Bu defa arkasında onu kovalayan bir adam vardı. Bir an da kanındaki adrenalinin etkisiyle ayıldığını hissetti. Kadın ve adamın peşinden daldı ağaçların arasına. Olabildiğince hızlı koşuyordu, nefes nefese kalmıştı. Koştukça içine çektiği nefes ciğerlerine batıyordu. Zorladı kendini. Dizlerinin üzerine düştü önce, sonra yüzünde hissetti nemli toprağı… başını zorlukla kaldırdığında kadınla göz göze geldi….  


 

Omzuna dokunan eli hissedince birden irkilerek geri çekildi. Hala sandalyede oturduğunu anlayınca fırlayarak ayağa kalktı. Nerede olduğunu anlamaya çalışır gibi boş gözlerle birkaç saniye etrafına bakındı. ‘’Kabus mu görüyordun?’’ Sevgilisini duymamış gibi yapıp başını hafifçe önüne eğdi ve sanki dakikalardır tutuyormuş gibi nefesini bıraktı sonra derin bir nefes daha aldı. ‘’Neredeyse sabah oluyor, kalkıp yatağına yat artık. Bu gidişle hasta olacaksın!’’ Sevgilisine dönüp birkaç adım atıp yanına yaklaşınca hafifçe eğilip boynundan öptü. ‘’İyi sabahlar sevgilim…’’ Ağır adımlarla üst kata yatak odasına çıkıp kendini yatağın üzerine bıraktığında çok yorgun hissediyordu.