Bak dünyanın haline… Görüyor musun savaşlardan ortaya çıkan tek bir felaketi?

Bir bütün halinde çıkan 

Ve kanatları çıkıp gözleri fal taşı gibi açılan 

Kırmızıdan bozma bir felaket. Gerçi herkes farklı renkte görüyor bu felaketi. Renksiz bir şey esasında… Analar ölü çocuklar doğururken bunu bir alışkanlık haline getiriyor ve o sırada herkes kusuncaya kadar yiyor, 

Tüketiyor kendisini. Kusmuk ile umursamazlığın birleşiminden çıkan bir renk esasında felaketin rengi. Alışkanlık olsa gerek… kırmızı görüyoruz biz bu rengi.


Felaketin üzerine çöktüğü bir yıkıntının arasında buluyorum seni. Elimi tutuyorsun felaketin gölgesinde. 

Biz felaketin gölgesinde boğulurken tarihçiler deney alanı ilan ediyorlar enkazı. Seninle mahsur kalıyoruz tarihi bir deney alanında.

Bizim bir bütün halde gördüğümüz felaketi tarihçiler sayısız parçaya ayırıyor.

Ve her birine bir tarihsel olay diyor. Oysaki bütün bir enkazın toplamında tek bir felaket duruyor.

Ve felaket bizi her gün ayrı ayrı boğuyor. Hiroşima’da bir çocuğun üstüne bomba iniyor. Felaket sık sık çocukların gözyaşlarından besleniyor.


Sen benim nefesime saklanıyorsun.

Öfke ile soluduğum nefeste ısıtıyorum vücudunu, yılgınlıkları tek tek aşıp her bir yılgınlığın ötesinde saklıyorum ruhunu…

Bir kelebeğe dönüşüyorsun sonra… Kanatların alıyor hava götürüyor seni. Kurtulduğunu zannediyorsun bir an için. Daha sonra aşağıya bakıyorsun.

Öfke ile sana bakıyor felaket. 

Ve kanatlarını dört bir yandan parçalıyor 

Nereden geldiğini anlamadığımız sayısız kurşun. Bir tırtıl oluyorsun, Orta Doğu’nun bataklığında buluyorsun kendini. Bir bütünken üçe ayrılıyoruz.

Sen Orta Doğu’nun bataklığında,

Ben yılgınlıkların arkasında,

Biz ise korkaklığın karnında yem oluyor “felaket”e.


Hoş, bu iş yine tarihçilere yarıyor. Bizim bir felaket olarak yaşadığımızı tüm insanlık tarihsel olaylar zinciri olarak algılıyor.

Ve enkaz tekrardan bir deney yeri inceleme alanına dönüyor.