Ahmet Mithat Efendi'nin bu romanı 1875 tarihinde yazılmıştır. Roman, birbirinden çoğu noktada ayrılan iki insanın ve onların Batı karşısında yahut alafrangalık yönünde aldıkları kararların ve bu kararların sonuçlarını içerir. Ayrıca Ahmed Midhat, Müslüman ve gayrimüslimlerin bir arada yaşadığı Beyoğlu'nu mekan olarak seçmiştir. Böylece romanda payitahtın içindeki en şatafatlı zenginlerin, alafrangalığın bunun yanında tüm bunlardan uzak olan ya da alaturka olan diğer tebaanın da izleri görülür. Ahmed Midhat'ın yaşantısıyla ilişkili olan romanda deneyimlediği, tanıştığı kişilerin etkisi görülür. Özellikle "Okur yazar kadın, musikiye ayrılan saatler, hulâsa bütün bir ehlî hayat zevki ve ferdî hayat fikri"* gibi ayrıntılar romanda ayrılmaz parçalar olur.


Felatun Bey, yirmi yedi yaşında babasından kalma parayla alafrangalığın âlâsını yaşamakla meşgul, Beyoğlu'nda tüm Frenklerin Platon olarak tanıdığı birisidir. Fakat Felatun Bey, müellif için göz ardı edilmesi gereken ukala biridir ve roman akışa devam ettikçe Felatun Bey arka planda çoğu kez görünüp kaybolan ve işleri batıran biri olarak tasvir edilir hale gelir.


Tabii bir de Rakım Efendi vardır ki romandaki olaylar tümüyle denecek şekilde Rakım Efendi etrafında cereyan eder ve onu doğrudan ilgilendiren şeylere dönüşür. Rakım Efendi, Felatun Bey'in şuh, abartılmış ve içi boş olan alafrangalığına karşı bir yerde konumlanır. Rakım Efendi, "Hesaplı bir adamdır. Adı bile bu manaya gelir. Fakat kelimenin bir başka manası vardır. Aynı zamanda yazan adamdır."**

Bu yönüyle "yazı makinesi" lakabıyla tanınan müellif, bir nevi ahlaksal olarak Rakım'ın durduğu yerde durur. Rakım, babası ve annesinin ölümü üzerine Arap cariyeyle kalmaya başlamış, onu validesi bellemiş, sonraları okuduğu romanlardan, şiirlerden Fransızcayı öğrenmiş biridir. Bundan sonra Fransızcaya olan münasebetiyle çeviriyle ilgilenir. Rakım Efendi dürüstlüğü, güvenilirliği ve çalışkanlığıyla herkesi kendine hayran bırakır.


'Cariye, esaret ve hürriyet' Ahmed Midhat Efendi'nin eserlerinde çokça değindiği kavramlardandır. Esirlik ve cariyelik, Osmanlı'nın son dönemlerinde kadınların özellikle türlü tasniflere ayrılarak satıldığı bir kavramdı. Osmanlılar esirlerden saraylarda ve ev işlerinde faydalanıyorlardı. Sarayda çok üst mertebelere yükselebiliyorlardı. Esaret kavramının Ahmed Midhat tarafından çokça gündeme alınması eleştirdiği bu yapının ortadan kalkmasını istediğine işaret olabilir. Sonuçta 'Müşahedat' adlı eserinde bu konu hakkında şu sözleri söyler:


"Frenk ukâlası, bizdeki esareti muaheze ederler ha? Esaret kelimesindeki hüküm, bizim maişet-i İslâmiyemiz âleminin neresinde görülmüştür? Hangi cariye esaretten dolayı dûçar-ı sefalet olmuştur? İçlerinde kaç tanesi kocasız kalmaya mahkûmdur? Bilakis bizdeki cariyelerin ev bark, çoluk çocuk sahibi olmak yüzünden nail olageldikleri bahtiyarlık, Beyoğlu'nda değme nîk-baht familya kızlarında bile görülemiyor."

 

Romanın devamında Rakım Efendi, sokakta rastladığı bir cariyenin özgürlüğünü satın aldığını söyler. Osmanlı'da beyaz tenli ve güzel olduklarından ötürü Çerkes cariyeler daha pahalıdır.


Rakım, İngiliz Ziklas ailesinin kız çocuklarına Türkçe öğretmeye başlar. Bu sırada Felatun Bey ile burada bir akşam yemeğinde görüşür. Sürekli Rakım'ı küçük düşürmeye çalışsa da her seferinde söyledikleri geri teper. Çünkü ne Türkçenin ne de Fransızcanın inceliklerinden haberdardır. Felatun Bey, her ne kadar alafrangalığa ve diğer batıya özgü heveslerle içli dışlı gözükse de bunların hepsinin yapmacık olduğu ve gülünç bir şekilde yansıtıldığı görülür.


Rakım Efendi ise Felatun Bey'in karşısında bir melek gibi durmaz ama yine de savunulur. Ahmed Midhat bunu şöyle ifade eder: "Evet efendim biz burada, bir meleğin halini tasvir etmiyoruz dedik. Namusunun muhafazasını bilen, insan gibi yaşayan, gerçekten alafranga zamanımızda yaşayan bir gençten söz ediyoruz."


Rakım Efendi evine aldığı ve önceleri bir kardeş gibi gördüğü cariyenin adını Canan koyar. Canan'a karşı olan hisleri giderek değişir. Ona karşı ilgi duymaya başlar. Canan'da da bu durum görülür. Canan bir cariye olmasının ötesinde çok iyi bir okur, öğrenci ve musikiye düşkün bir kız olarak yansıtılır. Ahmed Midhat'ın Letâif-i Rivâyât'ının "Esâret" öyküsünde de durum aynıdır. Yine bir Çerkes kızı cariye olarak getirilir. Bu cariyenin adı Fitnat'tır. Fitnat daha sonraları evin diğer esiri Fatin ile yakınlaşır ama kardeş çıkmaları sonucu ikisi birden intihar eder. Fakat bu kardeş çıkma meselesi Tanpınar'a göre yazarın teknik acziyetinden ileri gelir. Çünkü ilk muhabbetler karşıdakinin nereli olduğuna yöneliktir. Hikayenin sonuna kadar birbirlerinin Çerkes olduklarını bilmeyişleri yeni bir tür olan hikayenin teknik olarak yansıtılamayışındandır.


Rakım Efendi'nin ağzından "Ben nedense kendimi bir türlü alafranga olarak görmedim, göremeyeceğim de." sözleri çıkar. Bu, kendini alafranga görmek isteyen Felatun Bey'e cevaptır. Hem Rakım Efendi ne sonuna kadar alaturka ne de alafrangadır. Muhafazakâr değil, çoğu zaman gayrimüslimlerle bir araya gelip musiki, içki tartışabilir durumdadır. Yine romanın bir yerinde Felatun Bey'i çulsuz bırakan yabancı kadının ağzından "Türklerin her hali Avrupalının her halinden iyi." sözleri okunur. Ahmed Midhat burada yine alaturka olanın alafrangayı her türlü galebe çalacağını okuyucuya iletir.


Bazı bölümlerde yazar akışı kesip okuyucuya tefekkür etmesini ya da tenkit etmesini söyler. Örnek olarak, "Burada amacımız Felatun Bey'i eleştirmek değil, onun bütün hallerini okuyucuya sunmaktır." der. Ahmed Midhat yola ben bir Doğu - Batı sorunu, yanlış batılılaşma konusu ele alıp öylece romanımı noktalayacağım diye yola çıkmaz. Var olan şeyler onun hayatında, zamanındadır.


Karakterlerin ahlakına bakmak yahut Ahmed Midhat'ın önümüze sunduğu bu iki karakterin hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu anlamak için yine bu sorulara şöyle cevap veriyor yazar: "Canım hani şu ahlak noktasından bakıldığında... İyi ya! Zamanımız gençlerinin genel durumlarından işte size iki örnek. Fikriniz hangisini tercih etmekteyse, onu onaylamakta hürdür. Hiçbirisini beğenmemekte yine hürdür ya!"


Böyle sözler sarf etse de Felatun Bey'in Batı'dan kendine aldığı şeyleri çoğunlukla eleştirir. Onu, en sonunda Rakım Efendi'nin söylediklerine uymayıp nedamet getirdiği ve İskenderun'a doğru yolculuğuna kadar sürekli hovardalık yapmasıyla izleriz. Ahmed Midhat, kendi niteleyişiyle bu zevzeğin, çoğu zaman hikayenin yarısına hak sahibi olduğunu okuyucuya hatırlattıktan sonra isteksizce Felatun Bey'in bölümüne geçer. Roman, Rakım Efendi'nin artık nikahlı eşi olan Canan'ın bir çocuk dünyaya getirmesiyle son bulur.



 

 

* Tanpınar, Ahmet Hamdi, "XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi" İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1949, s. 401

** Tanpınar, Ahmet Hamdi, "XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi" İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1949, s. 411