bir şarkı çalıyor, istemsizce mırıldanıyorum. bu şarkıyı çok sevdiğini biliyorum, seninle ilgili hiçbir şeyi unutmamış olmak canımı sıkıyor. oysa sen, benimle ilgili her şeyi çoktan unuttun. öyle unuttun ki sanki hiç var olmadım, dünyaya bile hiç gelmedim, bir gün tamamen tesadüf eseri karşılaşmadık ve sen bana hiç aşık olmadın. ben, her şeyi sanki dün yaşanmış gibi hatırlıyorum. ama aradan o kadar uzun zaman geçti ki şimdi bazı zamanlarda seni bu kadar detaylı nasıl hatırlayabildiğimi düşünüyorum. acaba ben hep aynı günü mü yaşıyorum? beni bıraktığın o günün ertesi sabahıyla güne başlıyormuşum gibi hissediyorum. o yüzden her şey bu kadar net ve taze. 


aynaya bakıyorum, uzun uzun. kendimde değişikliklere bakıyorum. yüzüm daha karışmış, daha kilo almışım, saçlarım uzadıkça daha da dalgalanmış. acaba seninle hiç karşılaşmamış olsaydık, ben seni bir barda gördükten sonra senin yanına hiç gelmeseydim, ilk gece bizim için sadece tek geceden ibaret olan birer yabancı olarak kalsaydık, aramızdaki bu şeylerin hiçbiri yaşanmasaydı ve birlikte büyümemiş olsaydık ne olurdu? düşünüyorum. o zaman değil de şimdi karşılaşsaydık, yine birbirimize aşık olur muyduk? bu büyük aşkın, sana göre pek de büyük olmayan ve bir gün, eninde sonunda bir gün biten bu aşkın bir daha yaşanması mümkün olur muydu? yeniden, beni sevdiğini söyler miydin? ve o zaman, yani şimdi, beni gerçekten sever miydin? ya da ben, beni terk ettiğin o günün sabahında aynı acıyı hisseder miydim? seni hiç tanımamak mı daha acı olurdu yoksa tanıyıp tüm bunları yaşamış olmak mı daha acı? işte, artık senle ben sadece bu sorulardan ibaretiz. biz, bu soruların asla verilmesi mümkün olmayan cevaplarıyız. 


evden dışarı çıkıyorum. insanlar geçiyorlar yanımdan. nedense her belirsiz, seçemediğim o kadınlardan birinin sen olduğu düşüncesine kapılıyorum. bu düşünce, adımlarımı atarken daha dikkatli olmama, gözlerimi insanların yüzlerinde sinsi sinsi dolaştırmama neden oluyor. sana benzetiyorum yanımdan sessizce çekip gidenleri. bir yanım onlardan birinin sen olmasını isterken, diğer yanım bunun asla gerçek olmamasını istiyor. insanlar gülüyorlar, eğleniyorlar, aralarındayım ama onlardan biri değilim, biliyorum. bunu sen de biliyorsun. beni onlardan biri olmadığım için sevmiştin. sevmiştin değil mi? gerçekten sevmesen bile, onlardan olmadığımı bildiğin o insanlardan olmadığım için beni artık gerçekten sevmediğini söylemiştin. hatırlıyorum. zaman zaman kulağımda yankılanıyor, beni terk ederken kurmaya bile zaman ayırmadığın o cümleler. her seferinde daha acımasız oluyorum, daha sert şeyler söyletiyorum sana. öyle devam edebiliyorum hayatıma. söylediğin her ayrılık cümlesinin ardından hak veriyorum sana her seferinde. kızgınlığım yok sana karşı. insanlara öyle kızgınım, bu dünyaya o kadar öfkeliyim ki senin varlığına sevgi dışında herhangi bir duygu beslemiyorum. yaşanan her şeye rağmen bunun böyle olması normal mi? düşünüyorum, cevap bulamıyorum. biri sorarsa, sevdim der geçerim diye düşünüyorum. kimse sormuyor, zaten asla geçmiyor. 


ben, çocuksu bir şekilde hayatı hiçbir zaman anlayamayıp ve insanların arasına bir türlü karışmayı beceremezken sen; adeta bir ermiş, bir filozof gibi hayatı anlamış ve bu yüzden hiçbir şey olmamış gibi yaşamına devam ediyorsun. sen beni unutmayı; hayata devam edebilmenin, yaşam denilen bu illetin bir parçası olarak görürken; bu halinle her türlü zorbalığı yapıp, yaptığı her kötülüğü yaşamın böyle bir şey olduğuna kendini inandıran korkunç zorbalara benziyorsun. ben ise onun tam zıddı bir şekilde benim bu kadar kolay unutabilecek biri olduğum gerçeğinin canımı acıtmaya devam etmesiyle, seni halen ve her şeye rağmen unutamamış olmamın bana verdiği derin bir boşluk, yoğun bir acı, kendimden daha büyük bir şeye -aşk ya da sevgi gibi bir kavrama- kaybetmenin kabullenişini yaşıyorum. sen belki de kendini bu denli yalnız ve değersiz hissettiren içinde bulunduğun kalabalığın bir parçasıymış gibi davranırken, ben kendimi hiçbir zaman ait hissedemediğim kalabalıklar arasında daha yalnız, daha kimsesiz ve daha yabancı oluyorum. ben seni unutamamış olmanın verdiği acıdan gizliden gizliye haz duyup, aramızdaki şeyin gerçekliğiyle kendimi avuturken, sen beni unutmanın kendine verdiği amansız gücü yoğun bir şekilde kendi içinde hissederek, daha önce benim gibi sayısız insanı ve insan fikirlerini gömdüğü o unutulanlar mezarlığına beni gömüp üstüme toprak atmaya devam ediyorsun. ben ise huzursuz, yattığı yerden mutlu olmayan ve hatırlanmak isteyen bir ölü gibi o mezarlıkta olmaya devam ediyorum. 


eve dönüyorum. telefonumu çıkarıyorum. sana mesaj atıyorum. “özledim seni, maalesef” diyorum. iletilmiyor. düşünüyorum, insan yaşarken böyle ölür herhalde, unutularak. unutuldum, biliyorum. bu yüzden beni terk ettiğin o günün ertesi sabahından beri ölüyüm.