Büyüdüğü için arabanın ön koltuğuna oturan bir çocuğun sevincindeydim, apansız bir zamanda, bulanık sulardan gözüme kaçan yağmurun kokusundan mumlar yaptım o anda. Düşündüm sonra... Yakmanın ya da yanmanın kuşaklar ötesi öyküsünü bilirdim ve kulağımın arkasında atan kalbimin içine hapsettiğim bu bilgiyle ne yapacağımdı sorunum. İbadet mekanları, mahalleler, şehirlerin sınırları, deniz aşırı ülkeler, haritaların dilinde sürdüğüm bütün izlerin yanında kibrit kokusuna karışıp yakmalı mıydım mumları? Halaylar çekerken, göz kapaklarıma yüklediğim fesleğen kokulu hayallerimin eksik kalışı, geç gelişi belki de kim bilir? Böyle olması gerektiğinin kabul edilme haliyle yanmalı mıydım? Tohumlarım meyvelerimden uzak diyarlarda, meyvelerim onlara hasret duraklarında... Mayası acıyla yoğrulmuş ruhların içinde sönmeyen bir sızı ve ona adanan mum adakları... Biraz mayamdan alıp sürdüm kızarmış ekmeğimin üstüne... Önümde duran yağmur kokulu mumlarıma karşılık, saçlarımı rüzgarlara teslim ettim, bizzat yaktım kibriti, üfledi rüzgar, tutuştu mumlarım, koktu her dileğim istediğim yürekte fesleğen fesleğen...