Solu sonu belli olmayan ve kırık bir gün doğumundan yeni kaçabilmiş vedalardan daha taze ne kokar ki? Metal sandığın üzerinde birini koklarken o koku duyulur belki. Uzun süredir mühürlenen düşlerimin makasını bilerken çıkan koku bana bir kağıt parçasını uzun süre tuttuğum kış günlerini anımsatıyor. Birikinti bir lağım görüntüsünü veren uzun uzadıya gelen gecenin buğusu, fönlenememiş tipsiz ve kısa saçın keyfini çalıyor. Dökülen deri tanelerim burnuma kaçınca evdeki toz için kimi kime şikâyet edeceğimi buldum, beceriksizliklerle dolu anılarımın çöplüğünde. Yani demeye daha yeni başlamışken elime tutuşturlan sigarayı görüyor musun? E odada ben yek başımayken bu kalabalık kimin için? Yarım asıra yaklaştıkça insan ömrü kokar. Ya çiçek bahçesi ya çiçeksiz bahçedeki kır tanesi kokar. Bir ömrü yalnızca bir iki kelimede boğar kırmızı günlerin zırıltısı. Ağladığımıza seviniliyor, zaman geçtikçe iç geçiriliyor ve daha dün sokağın köşesinde olduğumuz söyleniliyor. Günlerimi güneş ve ay sofralarında paylaşıp bana arta kalanları kakalıyorlar. Asabi, kırgın ve huysuz olunca gecemi de çalıp üstüne sabahımı da tabaklarına koymaktan geri durmuyorlar. Ummadığım baş taşın peşine düştüğün beridir aklımın sokağındaki sona yaklaşmıyor ne sevinç ne de keder. Uzun sessizliklere dilimi sattığımdan beri yaya gidiyorum sevdiklerimin zihnine. En zor zamanlarım su topluyor ve dermanı kalmıyor. Olsun. Fikirgâhımdan çıkıyorsa olsun. Olmasın, ya da tamam olsun.