Dilinde sessizliğin kelimeleri uyuşurken buna eş, gözlerini kısarak yaşadığı bu şehre tanıklık etti. Uçuruma itmek istercesine aklında yuvarlanan düşünceleri bir kayalığa saplamak istedi. Nedenlerinin karıştırıldığını idraki içine alırken bir de üzerine biraz neticesizlik ekledi. Melodilere bırakılmış ruhunun dar yalnızlığında, göz torbaları umarsızca yorgunluğunu dans ettirdi. Dik duran kaleminin artık kamburlaşması gerektiğini düşünerek kırdı. Bu uzun yolculuğa, muhtelif ziyaretleri gıyabında bir isim vermeliydi. Sırt çantasına doldurdukları ve boşalttıkları. Ekledikleri ve altını çizdikleri. Gördükleri ve üstünü kapattıkları. Ruhunu okşayanlar ve bir yumru gibi alnının çizgisini yaşam belleyenler. Saat boşluğuna gömülenler. Hislerini denize doğru usulca bükenler. Kendisiyle karşısı arasında hep cereyanda kalanlar. İnsanların boyunduruğu altında ezilenler. Kamburu altına gizlenenler. Rüzgârlı havaya umudunu kaptıranlar. Piyano tınısında hasret arayanlar. İzdiham seyrinde tepelerden atlayanlar. Adımlarını yollara kargışlayanlar. İhtiyarlığa kapı aralarken şiirinin sonunu düşünenler. Göz imgelerine ağıt yakanlar. İç yangınlarına su serpemeyenler. Ağlayamayanlar. Gülemeyenler. Bir uzağa bilet yakanlar. Bir yakına erişemeyenler. Onlar, Bizler, Hiçler.. Her şey...


İşte nedenlerinin karıştırıldığı kelimeler bu şehirdeki misafirliğine son verdi. öyle ya misafir dediği üç gün kalır. onun ise şehirdeki zamanlarının günleri yoktu. kendisini arkasına aldı ve yüzünü kasabaya döndü. Kıvrıldı bir köşeye. Yumdu görmemecesine gözlerini. Raylarından çıkmış sürgünlüğe esir olmak için gidiyorken savunmasız öten bir kuşun baharına rastladı. Yurdum diye başını okşadığı her beyit zıvanadan çıkmışken kavuşamazdı artık portakal çiçeği kokulu ellerinin nasırına. Susuz bakışlarından bir damla sıktı toprağa. Perişanlık nüktelerinden yükselen damıtma güllerini ezbere bildi. Sırtına doladığı yüklerinden aralanan perdenin sırrına kadem bastı. Gökyüzünün hürlüğüne iğne batırarak tabiatın duvarını üstüne yağdırdı. İnsanlığın gürültüsüne kulak tıkayıp kendisini sapından tutup doğaya fırlattı. Acımasız hislerinin rapt olduğu vakitlerin üstüne adım atarken, yeryüzünün çürük topraklarında kol gezdi. Kasvetten suratına sinen asıklığa aldırmadan yolunun kaybolmasına müsaade etti. Koşar adımlarındaki eğreti boşlukların ağırlığından yere yığılarak kendisiyle bir söz pazarına çıkması gerekti. Ruhunun kireçleşen zeminlerindeki ıssızlığına muşta takarak zoraki de olsa yumulduğu serüvenden galip çıktı.