İrili ufaklı gemiler yanaşıyor limana. Her birinin bir bekleyeni var kıyıda. Her birinin gözlerinden okunuyor kavuşmanın telaşı. Her birini teker teker inceliyor gözlerim. Oysa birini, bir şeyi beklemenin ne olduğunu, nasıl bir his olduğunu unutmuş bir ruha sahibim. Yine de görebiliyordum denizlerin gözlerinde heyecanı. Sanki ilk gün gibi her şey. Maksimize saf mutluluğun resmi gibi her biri. Garip değil mi? Hissedemediğim hisleri, başka başka gözlerde görebilmek? Sanırım garip. Ve sanırım bir hayli özlediğim hislerin ulaşılmaz olma hissi acı verici. Aslında paylaşmalı mutlulukları. Kendime bir parça ekmek kırıntısı kadar bir pay çıkarabilmek adına zorlasam da kendimi, nafile. İşte yine o his, hissizlik. Taştan bir kalp, duvarlarla çevrili bir ruh. Tanırım bu halimi. Ne zaman sevdadan bu denli uzak kalsa, ne zaman üzerine inşa edilecek bir hayali kalmasa, hislerinin ölümüne şahitlik eder. Oysa yaşamak bu olmasa gerek. Bilirim. Aslında bildiğimi unutmak isterim. Fakat o da nafile. Bir nasıl hiçbir şeyi unutmazken hislerini kaybedebilir? İşte yine karşımızda o meşhur kelime, "garip". Bir akla sahip olduğumun farkına vardığım o ilk günden beri sürekli karşıma çıkan. Sürekli ruhumdan, kalbimden bir parça koparan o kelime. Lâkin artık kabullendim. Ne garipliği yenebilirim, nede ölen hislerimi. Evren buydu işte. Karşı konulamaz bir güç. Ucu bucağı olmayan, bilinmeyen koca evren. Kim karşı koyabilir ki ona? Belki sadece Tanrı. Fakat Tanrı'nın da bir şeylere karşı koyduğunu görmedim. Savaşlar, yitip giden masumlar. Fakat bir kıvılcıma talibim, yakmak için içimde sönen sevda ateşini. 

Çünkü yaşamak için sevmeli.