Ay geceye gizinden bir parmak çaldı. Yıldızlar bütün uyumuyla sessizliğin içini kapladı. Gökyüzünde bir veda havası... Ağzımda alıngan şarkılar. Neşet Ertaş'ın sesi çalınıyor kulağıma senin sesinden: "Perişan hallarım aşkın elinden..."


Birer hayal tutanakçısı olarak geçeriz belki de kayıtlara. Her aşkın sonunda elinden kalemi düşüren, her aşkın ardından; her yarım kalmış ya da hiç başlamamış bir aşkın ardından, bir uzun can çekişmesi ömrümüz.


Seni yalnızlığından tanımıştım. O bilindik olan, aralık bulduğum her vakit oturup karşılıklı konuştuğum yalnızlıktan. Söylenmemiş bir ağıt, kopmamış bir çığlıktık çoğu zaman. Uyumadan önce dinlediğimiz şiirler, uykuya daldığımız şiirler hep aynıydı. Biz çoktandır tanışıyorduk, farkında olmadan ve erken ayrıldık. Ayrılığın acısını her zerremizde hissede hissede ayrıldık. Ayrılık biraz da bir çocuğun babasız büyümesi.


Sokağı seven ve sokakta büyüyen çocukların çabucak ezberlediği, sonrasında hemencecik unuttuğu bir şarkıydık, sadece ağızlarda melodisinin tadı kalan. Bir şarkıyı yarım bıraktığımız için sürgün edildim. Sürgün yerim şiirlerdi, kelimelerin arası, sözcüklerin acılı ezgisi...


Düşlerimizin haziran güneşi, dayanılmaz sıcaklığını veriyor seninle adımladığımız sokaklara. O sokaklardan geçerken, tek başıma, hayatta işimize yaramayacak kadar güzel cümleler kuruyorum. Ortada kalmış bir enkazım artık. Hareket edemiyorum, kalabalıkların, gergin yüzlü suratların arasında yürüyemiyorum. Acı birikiyor üzerimde yürümedikçe, biraz doğrulunca acı sahneyi yasa bırakıyor, yas tutuyorum. Gitmiş olanın, gelmeyecek olanın ve içimden geçiriyorum: Sana bir mektup daha yazmalıyım.


Sana yakışır son bir mektup yazmalıyım. Kelimeler peşi sıra çıkıyor elimden tutamıyorum, sen de böyle ezberlemiş gibi konuşurdun. Ben yazarken yapabiliyorum onu. Sana son bir mektup yazmadan önce bu mektubu bitirmeliyim.


Denizin sokak çocuklarının yani martıların şarkısına kulak veriyorum, gittiğimiz çay bahçelerinde iki çay söylüyorum akşam vakitleri. "Sıcakta çay içmem" derdin hep, ona dikkat ediyorum.


Enkazın altında seni arıyorum, bulamayacağımı bile bile. Her şey yıkılıp gitse de umudu öldüremiyor insan, çayın bardakta kalan demi gibi umut kalıyor insanda.


Sözlerimiz buluşacaktır elbette okuduğumuz dizelerin sonundaki noktada. Noktalardan sonra hissettiğimiz derinlik birbirini çağrıştıracak, birbirlerine bakıp sarılacaklar, birbirlerine dokunmadan.


Sana bir mektup daha yazacağım, son bir mektup.


"Bundan sonra benden bana hiçbir şey olmaz..."


Bir mektup daha yazmalıyım.


"Karanlıkta duruyorum aşk vurmasın yüzüme

dokunmasın kimse bana

kimse ulaşamasin artık tenimin incinen yerlerine...

uyanmasın bir daha etimdeki yaralı hayvan

zamanın siyah deltasında çürümek istiyorum

biliyorum artık kimse yok kimsesizliğime..."

/Murathan Mungan, Aşkın Karanlık Metali