Ve yüreğim yaşanmamış aşklar mezarlığıdır artık.
Zihnimin içinde ölüler ve yaşayanlar koyun koyuna yatıyor. Düşüncelerim çarpıyor her birine, kendileriyle dövüştükten sonra.
Ellerinin buğusu dağıldı, papatyaların boyunları eğildi, taşların suskun öfkesi ebedi bir suskunluğa dönüştü. Bir milyon yıl oldu seninle buluşmayalı, gözlerinin içine aşkla bakmayalı. Düşersem bu yüzden düşebilirim, yenilirsem sen yoksun diye yenilebilirim.
Ölüm, bir kopuş, ebedi bir ayrılık, sonu gelmez bir yas değilmiş; "ölüm hayatın zıddı değil, aynasıymış".
Bir fotoğrafa kaç kelime sığdırabilir insan? Kaç hayal besler fotoğrafın her bir noktasını?
Bu son mektubumla birlikte ölümümü ilan etmiş oluyorum. Artık herkese ve en çok da sana açık olan bu mektubu nasıl değerlendireceğinle baş başasın. Ben ölüler diyarından sesini duyurmaya çalışan acemi bir yazar olabilirim en fazla.
En sonunda iç çekişimizin ardından verdiğimiz derin nefes kadardık ikimiz de.
Evler güçlü bir sığınak olmaktan çıkmış, birer cezaevine dönmüştü artık. Gökte bulut siyaha, güneş sise, loş ışıklar karanlığa, insan kalabalıkları tekinsiz yalnızlığa dönmüştü. Bilemedik; bizi kandıran umut değil, sözcüklermiş. Çaresizlik ise altımızdaki sandalyeyi acımasızca tekmeleyen cellatmış.
Havada bulut yok, bulutsuz da yağıyordu değil mi, gözyaşı? Kağıtlar ıslak, ellerim nemli. Avaz avaz suskunluğum yankılanıyor odanın içinde, kulakları sağır ediyor bu sessizlik. Dişlerimi sıkıyorum, kendime kızıyorum. İnsan kendine darılır mı hiç?
Masanın başında, kalemlerim ve ıslanmış bir kağıtla oturuyorum. Korkmuyorum. Korkmayışımın sebebi cesaretten değil, yalnızlıktan başka kaybedecek bir şeyimin kalmayışımdan. Kaybede kaybede sadece yalnızlık kaldığından elimde. Seni kaybettiğime değil, seni hayal gücümle görme olanağını kaybettiğime üzüldüm en çok.
Yüreğim yaşanmamış aşklar mezarlığı artık.
Boş ama alabildiğine derin gözlerle etrafa bakıyorum şimdi. Yazgısına boyun eğmiş bir insanın iç ezikliğini her zerremde hissediyorum. Yıkıntılar arasından elimi uzattım, gören olmadı. Sen baktın oysaki, baktın ama göremedin elimi. Görsen tutardın diye geçirdim hep içimden gözlerine bakınca. Ona inanmak istedim. Kendimi kolay atlatamıyorum artık. Atlattıkça başka bir ben'e çarpıyorum kendimde.
Her kitabın altı çizilen satırları gibi bir köşeye itildim. Sesime yüzünün esmerliği düşüyor. Kalbinin parıltısını, çiçekler açtıran yürüyüşüne denk düşemiyorum. Yazgısına teslim olurmuş insan. Ben seni yazgım sanmıştım, yazgım lanetliymiş. İnandığım ne varsa kaybettim. Yaşayamadığım her ne ise kaybettiklerim oldu onlar.
Bir akşam hüznü yüreğimde, kaybedişin ezikliği, kayboluşun tedirginliği, evini bulamayan bir çocuğun korkusu, ezilmiş bir gül hüznü kısacası...
Söylenmeyecek, sabrın sureti bir insana söylenemeyecek sözler yazılırmış, geç öğrendim. Yolun yolcuları bilir yalnızca, sessizliğin, birlikte susuşların neye hükmettiğini.
İçerisinde uyutulmuş çiçeklerle kitapları aldım yanıma, hasretin yakıcı nefesi boynumda, yüzümde biriktiriyorum senden doğan boşluğu, o boşluk okunmayı bekliyor hâlâ okuma yazma bilmeyen bir çocuk tarafından.
Kafiyesiz, imlası baştan bozuk bir şiir oldum. İnsan en çok da yıkılırken yalnız kalırmış, hepsini öğrendim. Bilmek, öğrenmek en acı vereni.
Tükenmez bir yasın arasında küçücük bir umut var. Boğmaya çalışıyorum onu, çıplak elle. Ellerim kendime dönüyor, kendi kendine.
Günübirlik gidilen bir piknik gibiydi seninle biriktirdiğimiz anılar. Kısa, keyifli ve hep hatırlanacak olan.
Kimsesizliğin ortasında çaresizlikmiş ağustos. Yazları sevmezdim zaten, bir kez daha ispatlandı. Kelimelerin çiçek açtığını senin ağzından dökülünce öğrendim. Yokluğuna küsüyorum şimdilerde, hiç gelmediğin vakitlerde yaptığım gibi.
Ve kalbim yaşanmamış aşklar mezarlığıdır, bir milyon yıldır buluşmadın benimle...
"Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece."
/Şükrü Erbaş, Ömür Hanımla Güz Konuşmaları