Kime, neye baksam geçmişin izlerini görüyorum. Geçmişe dönmek isteyen insanlar, mekânlar ve daha nicesi. Zaman geçtikçe, yaş aldıkça insan sıkılıyor günümüz düzeninden. Filmler, mesela. Eskiye yönelik. Eskiye yönelik olmazsa eski filmlerin günümüz versiyonları çıkıyor, onları izliyoruz. Eski arabaları seviyoruz, şehirlerin eski hâlini, eski fotoğrafları, eski yılları. Eski, eski, eski... her zaman eskiyi özlüyoruz.

En başlarda sadece ben böyleyim sanırdım. "Çık geçmişten," derdim, "önüne bak. Uzun bir yol var önünde, geçmişe takılıp eskileri özlersen eğer, katlanamazsın." Fakat çıkamadım, düşündüğüm gibi de oldu. Katlanamadım. Katlanamıyorum. Sizler nasılsınız bilemiyorum fakat genç yaşıma rağmen geleceği düşündükçe sıkılır oldum, hep eskiye dönmek istedim, geçmişe kaçmak. Var olduğum yıllardan da eskiye, yirmi birinci yüzyılın çok daha gerisine. Belki bu kadar rahat değildir, bilirsiniz, savaşlar gibi büyük, sarsıcı olaylar yaşanıyordur fakat emin olun, tercih ederdim. Her güne kendi evimde sorunsuz bir şekilde uyanıp sorun yaşayan insanları dert edinmektense, onlara yardımcı olamayacağımı bile bile yaşamaktansa diğer herkes gibi aynı felakete uyanmayı tercih ederdim. Korkardım, acı çekerdim fakat emin olun, bunlar benim için vicdan azabından çok daha katlanılabilir şeyler olurdu.

İşte tam da bu noktada, tekrar, günümüze geri dönüyorum. "Çık hayallerinden." diyorum, "Yapman gereken sorumlulukların var. Yapmazsan eğer hepsinin altında ezilirsin, bir hiç, imkânsız düşünceler uğruna."

Ne yazık, çoktan altında kaldım sorumluluklarımın. Değişmeyen tek şey kaldı; geçmişe olan özlemim. Ne olursa olsun çıkamayacağım oradan. Kendi kafamda, geçmişte yaşarken bir bakacağım ki şimdiyi kaçırmışım. Tıpkı bu yazıyı yazarken sorumluluklarımın vaktini kaçırıyor oluşum gibi.