“Çokları var farkında değil öldüğünün” sözü çarptı kulağına kadının radyoda çalan yeni nesil müzikten. Dondu kaldı; o an orada duyduğu o sözle katarsis yaşamıştı. Yaptığı şeyin ortasında, günlük rutininde akıp giden gün; bir öncekinin aynı olan o gün, artık düşünmediği yıllar önce var olma kavgasını bıraktığı öylece yaşayıp gittiği hayatında yüzleştiği şey belli ki çok ağırdı. Baş etmenin hiç kolay olmayacağını vücudunun verdiği tepkilerden anlıyordu. Sanki yıllarca sıkıştırdığı her bir parçası salmıştı kendini; gözlerinden yaşlar boşalıyordu omurgası kendini yere bıraktığında. Ellerinde tuttuğu bir düzine kadar kağıt, zımba ve klasörler saçıldı etrafa. Onları gördüğünde ikinci kez yüzleşti hayatıyla, seçimleriyle ve seçemedikleriyle. Yıllarca kaskatı olan bedeni -hiç dönüp bakmadığı belki de çaresizlikten dolayı bakmaya korktuğu- çözüldükçe çözülüyordu. Koca koca yaşlara haykırışları eşlik ediyordu artık. Kadın bunca yıl sonra ilk kez salmıştı ve kendine acımakla hırpalamak arasında gidip geliyordu. Yığıldığı yerde geçen bir saat sonra gözü saate ilişti ve öğle arasının bittiğini farketti. Pandemiden sonra çoğu gibi o da hibrit çalışmaya geçmişti neyseki.. En azından her gün o hengameye girmiyordu. Ama çalıştığı şirket mesai saatlerine önem veriyordu. Doğrulup işinin başına dönmesi gerekiyordu da bu halde gerçekten bunu yapmasının gerekmesi iyice çileden çıkarıyordu. Bi yanı daha doğrusu her bir hücresi bunu reddediyor ve sonuçlarına katlanmayı seçmek istiyor ancak sol beyni tümünü reddediyordu. Fark etti bu çatışmayı. Zaten her şey böyle başlamamış mıydı kendini bildi bileli alabildiğine çatışma vardı beyninde ruhunda. Daha ilkokuldayken olağanüstü hayal gücüyle o resimleri yaparken harcadığı zaman ailesi için vakit kaybı görülür ödevlere yöneltilirdi. Böylece geçen yılların ardından normlara uymayan kişiliği bir kalıba sokulmak zorundaydı ve fikir birliğiyle bu dürtüsünü grafik tasarıma yönlendirmeye karar verdiler. Sonradan sonraya fark etse de gittiği yolu geri dönemedi. Yolun başına gitmeye cesaret edemedi işte. İçten içe çürüdüğünü görmezden gelmek kolay geldi. Vücudu elinden geleni yaptı yapmasına sedef hastalığıyla uyardı çokları gibi ama öylesine kapamıştı ki kendini ruhuna ve bedenine yine çokları gibi anlamadı.. İşte şimdi olduğu yerde güçsüzlüğü, cesaretsizliğiyle yüzleştiği; yüzleşmeye maruz kaldığı o soğuk yerde çaresizce gözünü kırpmadan saate bakıyor ne gerçeği ne düşünü seçebiliyordu. Radyodan duyulan ses “onca şeyin ardından geçer hayat işte böyle.. ” dediğinde son kez kırptı gözlerini, son kez seçemedikleri için ağlayışı olacaktı. Yavaşça doğruldu duvardaki saati çıkarıp çöp kutusuna attı. Böylece onun zamanı başladı.. Daha doğru ifadeyle o, zamanını başlattı.