Ölmek istemenin içi bu denli boşaltılmamalıydı ve bu denli zor olmamalıydı istemek.

Önce istemeyi aldılar elimizden, bizse istemiyoruz dedik, öylece kondu yerine yaşamak.

Konuşalım anlatırız dedik, susun öyle anlatın dediler, sustuk.

Unutulursak anlaşılırız dedik, sadece unutularak yok oluyormuş yaşamak, yaşadık.

Gördük, görelim dedik. Gördüğümüze incindik, kör olduk.

O zaman bakmayın dediler, önce gözümüzü kapattılar sonra kalbimize yöneldiler.

Dokunmayın dedik, irkildiler, kalp kutsal sandık, bu sanmak dediler, susturdular.

Susmayı biliyorduk, sanmayı da sustuk ama onlar, öğrendiler.

Gözleri dönmüştü zaferden, göremiyorduk, hissettirdiler.

Sonra topladılar tüm acıyı, açın gözünüzü dediler, alıştırdılar.

Önce baktık,


sonra gördük, parçalandı kalbimiz, hissetmediler.

Onlar da baktılar ama göremediler.

Göremediklerine ağladık, sonra baktık susturamadılar bu sefer, sevindik, baktım suskunduk zaten.

İçimize döndük, göremedik, görecek bir şey de yoktu zaten

sonra yürüdük, bir sonraki acı için; yürüdük çünkü biliyorduk yürümeyi.

Bir tehdit, bir yok oluş. Durun, evlerinize dediler, evimiz neresiydi, unuttuk.

Ama biliyorduk yürümeyi ve sanıyorum ki biz ancak bilmeye yürüyorduk,

Ceza size, siz yaptınız tüm bunları dediler, durduk.

Acıyı hıçkıran bir çocuk sesinde duyduk,



ve durduk yeniden. Baktık, acının ortasında bir ses göründü.

Gördük, görmeye gör-meye unuttuğumuz sesi, hatırladık. Sonra,

Biliyorduk yürümeyi, yürüdük, gördüğümüz sese. Ses durdu, vücut oldu karşımızda.

Bağırdı bir ses, gördüm. Ses var oldu o an, “ÖLMÜŞ”.

Durduk, yürüyor muyduk zaten?

Hissettik, bir kalbimiz vardı, hatırladık, ağladık, sonra başladım konuşmaya.

“Bir kalbimiz vardı, hatırladım”