'Geçecek değil mi?'

Koltuğun kendini tutamayıp fırlayan teliyle oynarken,

O hep kurduğu cümleyi söyledi.

'Geçecek değil mi?'

Bu bir soru değildi.

Belki bir serzeniş

Belki bir küfrün onda vücut bulmuş haliydi.


Yirmi dört yıl sonra kısacık kestirdiği kömür karası saçlarını 

Kıytırık bir tokayla tutturmuş; 

Tıpkı kendisi gibi hür olan saçları kenardan fırlamıştı.

Karşımda dünyayı siktir etmiş 

Güzeller güzeli şiirim öylece oturuyordu.

Pütürlü duvarına bir kaç şiir iliştirmiş,

Rutubetten bir kaç kelimesi yere serilmişti.


Onun Sona'sıydım.

Kalemi beş para etmez vefalı kurtarıcısı.

Ama bu ismi seviyordum.

Bana zırhımın ardındaki çocuğu anımsatıyordu.


'Kahve yok mu?'

Tanrıçama şekersiz kahvesini uzatırken 

Aklımın içindeki deli uzattı elini.

O yağmur saçlı adam, 

Bana portakal saçlı kız derdi.


Bilmezdi ki sadece o üstüme yağınca 

Sokak portakal kokardı.

Bilmesindi.


Yokluğumun çatlaklarındaki varlığa baktım.

Nasıl kalabalıktı içim.

Koskoca iki şiir yer edinmişti.

Bundan alâ varlık mı vardı?

Uzandım hafifçe Tanrıçama.

'Sigara versene.'

Sararmış parmaklarıyla

Sigaramı sararken beyaz kağıda

'Düşüne düşüne yine ziyan ettin değil mi sigaranı?'


Ziyan olsundu.

Bir insandan ziyade sigaram ziyan olsundu. 

Gece uzun,

Kim bilir kaç şiir kovalayacak diğerinin ardını.

Gece uzun,

Sigara kısa.

Sigara tıpkı Tanrıçamın saçları gibi kısa.

Ve gece,

Yağmur saçlı adamın eşsiz boynu kadar uzun.


Geçecek değil mi?