bu yanımdan geçen bin iki yüzüncü yüz,

biraz kavruk, doğunun çaresizliğini elinden başka şey gelmediğinden boynuna dolamış.


ben nereden geldim-

bu geçen yüz benim hangi gün üstüme takıp takıştırdığım?

yeniyse-

bu adamın çaresizliğini perşembe günü kahvaltıda kullanacağım


herkesten biraz aldım,

yarım yamalak, insana bir hayli benzeyen ve yine de ehlîleşmemiş bir dev ortaya çıkardım.


Merhaba- diye seslendim.

bu ben!

anne bak, öfkemi senden aldım.

baba duy, bencilliğimi köklerinden kazıdım.


üst kattaki komşu gibi pimpirikliyim,

gözlerim bugün dağların arasında bir gölün yeşili.


Bu oyuna henüz 17 yaşında başladım.

Davranışlarınızı, hislerinizi, mimiklerinizi çaldım.

Fark etmediniz,

zaten hepiniz küçük küçük ve bir hayli benzersiniz.


uyum sağlamayı böyle öğreneceğimden iki artı ikinin dört ettiği kadar emindim.

emindim,

ortaya her kusurdan bir insan yaratınca

o bakışlara maruz kalmadan sonunda yürüyebilecektim.


biraz üstünden incelttim,

o kadının rujunu sürdüm biraz koyusunu denedim,

anlamasınlar hırsızlığımı.

kendimden daha güzelim sonunda!


ah, bir de sabah kahve içerim.

-eminim size bunu söylememiştim-

bunu da o batılı beyaz yakalıdan aldım.

bir sabah onun gibi kahveyle uyandım

ve size biraz daha benzedim.


her gece eve döndüğümde önce makyajımı sonra sizden çaldıklarımı az alkollü bir temizleyiciyle silerim-

sabaha saatler var,

az da olsa kendime katlanabilirim.

bilmiyorum öldürmek istediğim her şeyle nasıl yüz yüze gelirim?


geçti,

size benzedim.

gecelerimi kısalttım.

öfkemin altını kıstım,

yaralarımı sinir krizlerinin serin sularına bıraktım.


kabul ediyorum seni böyle.

günü böyle.


düzeninizi içime çekiyorum,

aranızdan bir su gibi akıp geçeceğim.

zehirli havaya şehrin insanları gibi alıştım.


sizi sevmeyeceğim,

yüzünüze bakacağım.


elime ne aldıysam,

ne giyindiysem ve hangi yollardan geçip gittiysem.


siz görmediğinizde soyunduklarım benim,

sonunda anlaştık hepinizle.


geçti,

sonunda benzedim.