“Çiçek olmak zordur, vaktinde açıp kapanacaksın. Koparacaklar solmayacaksın. Zordur çiçek olmak; yapraklarını yırtarlarken hiç bağırmayacaksın. Gözyaşın akmayacak, sesini çıkarmayacaksın, güneşe hasret şiirlerini dökerken yağmura duacı olacaksın. Zordur çiçek olmak; beklerken kokunu içine çekenlerin nefesinde kalacaksın…”
Büyümüş olmayı istiyordu Luce. 49 yaşında olduğunu söyleyip duruyordu. Kahkahalarla gülüyordu Vita. Öyle güzel gülüyordu ki; bu yakışıklı gencin aklını başından alıyordu. Tanışalı henüz bir yıl olmamıştı. Boş kaldığı her an Vita’nın yanına koşuyor, gözlerindeki ışık ona hayat veriyordu, bir gün aniden sormuştu ona: Hey, benden ne istiyorsun? Beni sevmenden başka hiçbir şey, diye cevap vermişti. Evde çok mutsuzdu. O ortamdan uzaklaşabilmek için elinden geleni yapmaya hazırdı. Bu sırada sarıldığı tek şey Vita’nın sevgisiydi. Genç kadın onun neredeyse annesi yaşındaydı. Aralarında büyüyen bu tarifsiz bağ onu delirtiyordu. İlk kez aşık olmuştu. Bir gün yan yana otururlarken: Ben aşık oldum, demişti ona. Kime olduğunu söylememişti. Yalnız olmadıkları için Vita bunu duymazlıktan gelmek zorunda kalmıştı. En sevdikleri şey birlikte piyano çalıp şarkı söylemekti. İlk başlarda onun sadece şarkı söylemek için yanına koştuğunu sanıyordu ancak gerçek bu değildi. Luce, şarkı söylemeyi her şeyden çok, Vita’yı ise şarkı söylemekten daha da çok seviyordu. Luce onun yanına oturup sol elini omzuna atar ve sol yanağıyla kulağını yüzüne yaklaştırırdı. Bu anlar onun için çok kıymetli anlardı. En büyük hayali Vita’yla yan yana uzanıp sabaha kadar konuşmak, sonra da ona sımsıkı sarılıp uyuyakalmaktı.
Bir gün kadın omuzları açık bir elbise giymişti. Luce, yanında oturan kadına öylesine sarılıp yüzünü boynuna gömmüştü ki soğuk ve terli elleri kadının teninde sıcacık olmuştu hemen. Luce’un evdeki mutsuzluğu babasıydı. Akşamları yemekten sonra odasına çekilip yastığına Vita’ya sarılır gibi sarılır, kokusunu ve gülümsemesini düşünür: Mis kokulu Çiçeğim, diyerek uykuya dalardı. Genç adam her sabah onun gelmesini bekler, koşarak yanına gidip ona sımsıkı sarılır ve koklardı. Boyu çok uzundu. Kollarını omuzlarına attığında kadın kucağında kaybolurdu. Luce’un ondan öğrenecek çok şeyi vardı. Tecrübe ile enerjinin yan yana gelmesiydi bu. Çok utangaç bir çocuktu. Her gece kendi kendiyle kavga ediyor ve yapmak isteyip de yapamadığı şeylere sinir oluyordu. Vita akşamları kocasıyla paylaştığı yatağında uykuya çekilmek üzereyken onu düşünüyor ve gülümsüyordu. Kocası bir gece yattıktan sonra karanlığın içinde aniden: Çiçek olsaydın, hangi çiçek olmak isterdin, diye soruvermişti. Bir anda kocasının sorusuyla yattığı yerden irkilip gülümseyerek: Gelincik, demişti, Gelincik olmak isterdim. Rüzgarı kırmızıma vurduğunda hüznüm denize savrulur, siyah siyah bakardım gökyüzüne. Onların ömrü çok kısa olur, biliyor muydun, diyerek uzanıp öpmüştü karısını. Kocası ona hâlâ çok aşıktı, onu deli gibi seviyordu. Çok uzun yıllardır süren bir evlilikleri vardı. Yılların getirdiği bir güven, olgunluk, acı ve mutlulukla harmanlanmış bir ilişkiydi onlarınki. Vita da kocasını çok seviyordu. Ona aşık olduğunda yaşı Luce kadardı. Bir gün Luce Vita’ya, hiç aşık olup olmadığını sormuştu. Aldığı cevap karşısında hiç mutlu olmamış sinirini ona verdiği bir hediyeyi kırarak çıkarmıştı. Elleri kesilmişti. Bir süre sonra Vita hediyeyi beğenip beğenmediğini sorduğunda: Kırdım onu, demişti. Yan yana oturmalarına rağmen, Luce kapının olduğu tarafa bakarak bir gün önce canını sıkan bir olayı anlatmaya çalışıyordu yarım yamalak. Kadın onun her şeyi anlatmadığını, utandığı için bir şeyleri hep saklayarak anlattığını biliyordu: Bakışların karşında kim varsa gözlerini delip geçmeli. Konuşurken neden yüzüme bakmıyorsun, acaba büyüdüğünü görmeye ömrüm yetecek mi, diye sormuştu. Senin yanında ben nasıl oluyor da tüm dertlerimi unutuyorum, diye cevap vermişti Luce. Başka bir sefer: Ben seni neden bu kadar çok seviyorum, diye sormuştu. Kadın çaresizce kendi kendine: Aşkın en güzel halini, en deli yaşta yaşıyorsun da ondan, diye aklından geçirmiş ama söylememişti. Bu aşkı daha Luce kendi kendine itiraf etmeden önce biliyordu o. Bir gece uyumadan önce: İyi geceler Çiçeğim, demişti kendi kendine, Mis kokulu Çiçeğim, derken derin bir nefes alarak iç çekmişti. Belli ki Vita’nın kokusunu istediği her an duyabiliyordu.
Vita yazmayı çok sevmesine rağmen yıllardır tek kelime yazmamıştı. Bir gece aniden bir şiir yazıvermiş buna kendi de şaşırmıştı. Yorgun yüreğinde hayattı bu genç adam. Tüm bunlar olurken o çok sakin, genç adam ise çok sabırsız ve heyecanlıydı. Hemen 18 olmak istiyor, 18 olduğu zaman canının her istediğini yapabileceğini sanıyordu. Bir akşam, bir fotoğraf görmüştü; sevdiği kadının elinde bir şarap bardağı vardı. Çok kızmıştı kendi kendine. Doğmak için neden bu kadar geç kalmıştı? O şarap bardağına şarabı kendi dökmüş olmalıydı ve onun yanına sokulup mis kokulu tenini koklayarak sarhoş olmalıydı. İple çekiyordu mart ayını: Hadi, biraz daha büyü de birlikte içelim, demişti Vita. Son zamanlarda her gece yatağına yattığında: Ekimi sayma, kasım, aralık, ocak, şubat, mart, lanet olası beş ay var daha, diye sayıyordu kendi kendine. Vita meşgulken odasının kapısını açıp içeri her girdiğinde yüzünde çok garip bir ifade oluyordu. Kadın bazen tüm bu olanları anlamazdan geldiği için Luce’un ona çok kızdığını, bazen de: Anla artık, ölmek üzereyim, der gibi baktığını görüyordu. Yüreği bas bas bağırıyordu: Senden ayrı kalmak istemiyorum. Hep yanımda olmanı istiyorum. Vita’nın çalıştığı odanın kapısını açıp içeri girdiğinde birkaç saniyeliğine donuyor sonra Vita’ya doğru uzanıp sarılırken çaktırmadan kokusunu içine çekmesiyle biraz rahatlıyordu. Birkaç kez kadının yüzündeki makyaj üzerine çıktı. Vita lekeyi çıkarmak istediyse de üzerine bulaşan pembe renge bütün gün bakıp mutlu olmuştu. Ondan bir iz taşımak onun için büyük mutluluktu: Hayır, demişti sert bir şekilde, Sakın çıkarma, kalsın. Vita hayretle Luce’un yüzüne bakarken, ani bir hareketle yüzünü kadının gözlerine sürmeye başlamıştı: Ne yapıyorsun Luce, diye gülerek sormuştu Vita. Ertesi sabaha kadar da yüzünü yıkamadan ışıltılı göz farlarıyla gezmişti orda burada. Arabasına binip evine doğru giderken genç adamın kemikli güzel yüzü geldi gözlerinin önüne. İçi titredi birden. Zamanla kaybettiklerini Luce’un o tertemiz kalbinde buluyor, onu çok seviyordu. Birkaç kez çocuğu kendinden uzaklaştırmaya çalışmıştı ancak ikisi de çok mutsuz olmuştu. Luce onu bir gün görmese deliye dönüyordu. Aslında ikisini de mutlu eden sadece yan yana olmaktı. Birlikte şarkı söylemek, gülmek, konuşmak, paylaşmak ve birlikte zaman geçirmekti istedikleri. En büyük korkusu onun incinmesiydi. Çok kıymetliydi bu çocuk onun için. Hem de çok… Söylediğim en güzel şarkımsın sen, demişti ona. Gözleri güneş gibi parlamış, kulakları uğuldamıştı. Büyümesine yardım ediyordu Vita’ya duyduğu aşk. Sakallarına dokunmuştu bir kere: Usturayla tıraş olmayı bilmiyor musun sen, diye sormuştu gülümseyerek hafif alaycı bir sesle. Mahcup bir gülümseme gelmişti yüzüne: Hayır, demişti, Hiç olmadım.
Vita otuzlu yaşların sonlarına yaklaşan bir kadındı. Vita’nın hayatla ilgili bildiği kesin bir şey vardı. O da “mutlu son” diye bir şey yoktu. “mutlu an” vardı. Aralarındaki bu tarifsiz bağ bazen Vita’nın bile kafasını karıştırıyordu. Luce zaman zaman düşüncesizlikler yapıyor ve Vita incindiğini hissediyordu. Böyle zamanlarda bunun aralarındaki bağı koparmak için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyor ve genç adamdan uzaklaşıyordu. Bunu ne zaman yapsa, Luce ona öyle bir dönüş yapıyordu ki aralarındaki bağ daha öncekinden çok daha kuvvetleniyordu. Bir keresinde onu bayağı bir fırçalamıştı. Luce tüm fırçaya rağmen dalga geçer gibi konuşuyordu: Beni deli mi etmeye çalışıyorsun, diye sorarak sinir kat sayısını en tepeye çıkardığı bir anda Vita ona: Bence sen beni delirtiyorsun, diye cevap vermişti. İyice yoldan çıkmış bir ses tonuyla: Bir şey olmaz delirmek güzeldir, demiş sonra da eklemişti, Ama seninle delirmek güzel. Biliyor musun? Bugün bir an bile aklımdan çıkmadın. Bir rüya gördüm. Bu rüya içinde bir rüyaydı. Kendimi uyurken gördüm derken çok korkarak uyanmışım. Uyandığımda seni yanımda görüp hemen sana sarılmışım. Sonra gerçekten uyandığımda gözlerimden yaşlar akmış, yastığım sırılsıklamdı. Hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşadım. Bundan sonra senden hiçbir şey saklamayacağım, tüm kalbimle açık olacağım. Beni nasıl istersen öyle sev, demişti. Affetmeye hazırdı Vita. Son nefesine kadar gönlünde o hep haklı olacaktı. Luce, Vita’nın içinde yaşanmış büyük depremlerden sonra, açılmış en dik uçurumları dolduran ve gözlerindeki ışık, hayranlık, aşk ve arzuyla Vita’yı anlamlandıran masum bir nefesti. Haksız da olsa, haklı da olsa sadece 17 yaşında bir çocuktu.
Vita denizi çok severdi. Olur, olmadık her havada kendini deniz kenarına atar hava soğuk da olsa, hırçın da olsa yaz kış yüzerdi. Bir gün Vita: Denize gidiyorum birazdan, demişti. Hava soğuk ama, diye cevap vermişti Luce. Deniz gri ve dalgalı, çok severim bu vahşi halini, bir gün kaybolmak isterim sonsuzluğunda, diyerek göz kırpmıştı Luce’a. Ben bulurum seni, demişti, gözlerindeki endişe o yaştaki bir genç için normal olsa da Vita için saçmaydı: Hasta olacaksın, diye devam etmişti, sonrada yüzünde Vita’nın en sevdiği bakışı ve gülümsemesiyle: Neyse, ben sana bakarım, diye bitirmişti. Konuşurken yüzüme bile bakmıyorsun, hasta olunca bana nasıl bakacaksın sen, diye alay ederek gülen Vita, onu ani bir hareketle alnından öpmüştü.
Sonra bir gün her şey bir anda bitiverdi. Onu kırmızı elbisesi ve başının üzerine toplanmış siyah parlak saçlarıyla son gördüğünde: Bana ellerini ver, demişti, Hayat seni sevince daha güzel oldu, bunu biliyor muydun, diye ekledi. "Yüzüme bak lütfen, güçlü olmalısın, her şeyle savaşacaksın. Söz mü?" Kadının uzanmış eline eğilip yüzünü koyarken kalbinin gürültüsü Vita’ya çarpmıştı. Eğilip kulağını kalbine koymuş ve onun kalbini dinleyerek duyduklarına çok şaşırmışçasına gözlerini açmıştı. Luce o gün Vita’yla geçirdiği son gün olduğunu bilmeden: Seni çok seviyorum, aklımı başımdan alıyorsun. Mis kokun bana bir şeyler yapıyor, tarif edemiyorum. Hayat ilk kez bana böyle görünüyor ve ilk kez böyle bir koku duyuyorum. Yanında olma umudu taşımasam sanki hayatımın bir anlamı yok, çok güzelsin. Belki de değilsin, belki de bana öyle görünüyorsun bilmiyorum. Beni bırakma, senden hiçbir şey istemiyorum. Tek istediğim yanında olmak ve beni sevmen, demişti. Gel buraya, diye yanına çağırmıştı Vita onu. Masanın üzerinde oturuyordu. Kollarını açıp ona uzanmış genç adama bir daha sarılamayacağını bilmeden sımsıkı sarılmış, koklamasına izin vermişti. Luce’un başı dönmüş kendini sarhoş gibi hissediyordu. Vita ellerini alıp birleştirmiş ve dudaklarına götürmüştü. Sonra cebinden katlı bir kağıt çıkarıp: Bu senin için, ben yüzmeye gidiyorum, kendine dikkat et, diyerek kalkıp gitmişti. Luce katlı kağıdı alıp hiç açmadan cebine koymuştu. O, orada karşısındayken başka hiçbir şeyle ilgilenmek istemiyordu.
Aylardan şubattı, doğum gününe neredeyse bir ay kalmıştı. Onu bir daha göremeyeceğini annesinin mutfak için eksiklerini almaya çıktığı sabah mahalledeki bir kadının komşusuna anlattıklarını duyduğunda anladı. Bir an duyduklarının gerçek olup olmadığını kavrayamadı. Sendeledi, yer kaydı, duvara tutundu, kulakları kızardı, yutkunamadı. Hayatın kendisi zaten Vita idi, şimdi Vita olmadan nasıl yaşayacaktı? Onunla birlikte kendini de denizin grisinde yok olmuş hissetti. An durdu ve yaşanmış anların ona bu dünyadaki en büyük hediye olduğunu düşündü. Nefes aldığı hayatının anlamı olan kadın artık yoktu. Mis kokulu çiçeğini bir daha koklayamamak düşüncesi onu çıldırttı. Bu koku sadece Vita’nın teninde güzeldi. Haftalarca gizli gizli ağladı. Aylarca kendine gelemedi. Onun hakkında hiç kimseyle bir şey konuşmamıştı, bundan sonra da hiç konuşmayacaktı.
Bir gün yolda Vita’nın kocasını gördü. Onu gördüğünde hemen bir duvarın arkasına saklanıp izledi. Adam sanki 10 yaş birden yaşlanmıştı. Elinde gelincik çiçekleriyle denize doğru yürüyordu. Arkasından onu takip etti. Adam deniz kenarına oturup ellerini yüzüne kapatıp hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Oturduğu kayalığa koyduğu gelincikler denize doğru uçmuştu. Luce, bir an yanına gidip kocaman gövdesine sarılıp onunla birlikte ağlamak istedi ama çok utanıyordu. Vita’ya duyduğu aşk buna engel olmuştu.
Bir yıl sonra, Vita’nın kendisi için yazmış olduğu o şiiri buldu katlı çekmecede. Okumak için açtığında kadının el yazısını gördü. Gözyaşları kemikli yüzünden boğazına doğru aktı. Vita’nın parmaklarını yüzünde ve gırtlağında hissetti. Bir an gözlerine Vita’nın gülümsemesi düştü, kulaklarında sesi ve burnunda ölene kadar asla unutmayacağı mis kokusu vardı: Bak bu senin için, demişti katlı kağıdı uzatırken. Artık kimseye ait değildi Luce, çiçeği solmuş ve toprağa karışmıştı: Bırakıp gidemem, diye mırıldandı, Kokun var hâlâ, güzel kokun. Vita şaşkınlıkla: Kokumu bilmiyorum, tarif et bana, diye fısıldadı genç adama. Çiçek kokusu, her yerde böyle çiçek kokusu bulunmaz, dedi. Mutluluk nedir biliyor musun Luce, diye sordu. Seninle gülmek, diye cevap verdi genç adam. İnsanın sevdiği insanla zamanı unutmasıdır mutluluk, diyerek uzandı uzun ve kocaman kollarına. Kollarında mini minnacık bir oğlan çocuğu olurken Vita’nın dudakları yanağına dokundu, öptü usulca. Bir gün zaten gidecektin, dedi Vita. Ama geri gelecektim, seni almaya, diyerek daha sıkı sarıldı Vita’ya. Sonra devam etti: Hatırlıyor musun? Bir keresinde seni üç gün görmemiştim. Öyle büyük bir özlemle gelmiştim ki sana sarıldığımda zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Akşamına bana hayatında hiç kimseye aralıksız bir saat boyunca sarıldığını hatırlamadığını söylemiştin. Ben bu hasrete dayanamam. En kısa sürede geleceğim anlıyor musun? Hiç kimse beni burada sen olmadan tutamayacak, dedi. Hiç acele etme, daha söylenmemiş şarkılar var seni bekleyen, dedi Vita. Çiçeğim, derken Vita’nın hiçbir çiçekte bir daha duyamayacağı kokusunun içine çekti. Gözleri sabaha açılırken onu kalbinin dört odasına kilitleyip anahtarını onları ayıran denize fırlattı. Giyinip evden çıkarken: Artık sadece benimsin, dedi. Ona verdiği bir kitabın arasından ayaklarının arasına düşen bir kağıt gördü. Vita’dan önce ve Vita’dan sonra diye ikiye ayrılan hayatında önceden kitap okumaktan nefret ederken şimdi onun yazılarını her gece okuyup şiirlerinde kendini arıyordu:
“Seni seviyorum,
Bir zıpkının avına saplandığı gibi,
Ve bir yanardağın püskürttüğü lav kadar sıcak,
Ve tüm hapis yatan mahkumlar kadar,
Çaresizce,
Gün sayarak.
Seni seviyorum bir mezar kadar sessiz,
Bir su kadar saf ve temiz,
Yelkenim yırtık,
Kalemim uçsuz,
Yazacak yeri kalmamış,
Bir kağıt kadar kirli.
Seni seviyorum,
Sevginin iki hecesinde uykulu bir sabah,
Sevginin beş harfinde yalnızlık,
Solmadan,
Açarak yapraklarımı,
Mis kokulu bir çiçek gibi…”
Vita