Üstünkörü bir vedadır en güzeli,

Ne sarılmak yaralarını sarar insanın ne alaycı bahaneler.

Bir arkadaştan ayrılır gibi değil, bir karıncayı öldürür gibi.

Bırak gereksiz yumuşaklıklarını,

Vedanın güzel yanı yoktur,

Hakkını vermek gerek ne de olsa.

Yağmur yağıyor, bak,

Sana ne?

Asıl mesele de bu ya,

Seninle ilgisi yok hiçbir şeyin,

Ne güzelin, ne felaketin.

Aç yaralarını, bırak kendini,

Sana değil dünyanın tavrı,

Kendine gel, gelmeye çalış bir şekilde.

Bir dünya var önünde, bir de sen varsın,

Büyüktür dünya elbet, alabildiğine genişler yine de.

Peki sen nesin?

Nokta mı?

Bırak Tanrı aşkına,

Bir şey olduğun yok.

Ya da uzaklaş istersen, kandır içindeki o canavarı,

O her şeyin farkında olan seni.

Acırım sana, fakat ne gelir elimden?

Bir ayna bulmaya çalışıyorsan hâlâ,

Şimdi nasıl göreceksin kendini vahşetin gözlerinden?


Ne de güzel yalanlar söyleyebilirdim sana,

Bir bakış açısı yaratmadan,

Öyle gelişigüzel,

İnanırdın belki saçmalıklarıma,

İnanırdın.

Elde ettiğin ne olurdu?

Nasıl mutlu edebilirdi beni bana inanman?

Olması gereken şeyden nasıl uzaklaşırdık...

Ah, bir bilsen neler sakladığımı,

Neleri bir tokat gibi vuramadığımı yüzüne,

Sussaydın anlardın,

Baksaydın gözlerime konuşmadan söylerdim.

Biz ne yaptık peki?

Bir yarış hâline çevirdik tükenmişliğimizi,

Gereksiz olana nasıl da kandık,

Nasıl da inandık faydası olmayan gereksizliğe.

Oysa susabilsek, göğsümüzde çiçekler açacaktı hiçbir kokusu olmayan,

İlla ki sevecektik renklerini,

Siyah olsa ne olurdu,

Beyaz oldu ne oldu.