Yoluna koymaya çalışırken bir şeyleri; göründüm bir kere, kim ne der bilmem ama niyetim dosdoğru ne sağa ne sola sapmadan gitmekti öylece. Ellin ayağın dolaşmadan, pek bir şeye değip dokunmadan arkana bile bakmadan öylece gitmek. Geride bıraktıkların, seni acıtan şeyler değil ne olduğu ve varlığından emin olduğun olaylar ve olgular bütünü olarak kalmalıydı.


Bu yüzden gitmek kötü bir şey sayılmayacaktı. Bir var olma şekli olarak hayatını sürdürdüğün geçen zaman boyunca ömrünü oluşturacak temel taşlardan biri, tıpkı nefes alman için sana oksijen salan ağaçlar gibi, kimse sana dokunmasa, bilmese, görmese zaten bundan ne farkı var ki gitmenin. Bir şey yaşamak ya da hissetmekten korkan ve bunu zaaf sayan şu tuhaf bilinç olmadan sadece var olmak için gitmek.


Belki tersi olmalıydı tüm anlatılanlar kalmak üzerine yazılmalıydı ama o zaman her şey tersine dönerdi.


Ters yüz kalmak, rutinlerle bağlı sürekli var olmak, kök salmak endişe duymak bağlı kalmak ve bağlılığın stabil bir şekilde devamlılığını sağlamak belki de en önemlisi. Biriktirmek, hata yapmaktan kaçınmak, kırmadan, dökmeden adeta sınırlı kaynakların kullanımı söz konusu. Tıpkı bir ağaç gibi, güneşin altında kurumak, buruşmak, olgunlaşmak belki yeşermek salkım saçak olmak ama hep olduğun yerde kalarak.


Güven vermek - İhtiyaç duymak, karşılanmak, cevap vermek. Karşılıklı olarak güven bağı içerisinde birbirine bağlı kalabalıkların aynı zamandan birbirleri için var oldukları ve bu çerçevede ihtiyaçları dahilinde var olma şekilleri ürettikleri düşünüldüğünde birbirleri ile ne kadar taban tabana zıt iki hayat çizgisinin çatışmasını siyahlar ve beyazla dolu bir yuvarlak çerçeve içerisine sığdırıyoruz.