Kendi kendime kaldığım zaman çıkarmışım en heyula görüntüleri. Sonradan fark ettim. Zihnimde yüzlerce 'ben' oluyordu ve hiçbiri diğerini dinlemiyordu. Ben oluyordum avazı çıktığı kadar bağıran ve yine ben ispat edemiyorum kendimi. İçimde bir şehir yıkılıp gidiyordu ince bir uğultuyla, gürültü kopararak, oysa sessizdim bu uğultuya inat.

Senin gözlerin bu satırların üzerinde akıp giderken dünyanın bir köşesinde ceylan kaçıyor olacak avcısından, bir şahin havalanacak yuvasından heybetiyle. Sen daha bitirmeden cümleni bir gül açacak sessizce, bir çocuk ağlayacak yutkunarak, bir anne içine atacak yalnızlığını ve çaresiz kalışını. Dünya dönmeye devam edecek yoldaşı ay ile birlikte, bir bomba düşecek kentin en kalabalık yerine ve babalar ölecek yiğitçe. Hepsi ama hepsi sessizce olacak.

Sessizce dökecek yaparağını çınarlar, koptuğu dala maşuk haliyle. Türkü yakacak bir ozan, bir ıslık çalacak çoban uzaktaki yıldızına ve hiçbiri beyhude bir gürültü koparmayacak. Türkü bitecek, ıslık donacak, yaprak kuruyacak sessizce.

Gidişinin çıkardığı fırtınayı hiç görmeyeceksin. Bahçemdeki tüm karanfiller söküldü yerinden, tüm camları kırıldı pencerelerimin ve cam kırıkları doldu avuçlarım. Sığındığım limanı dinamitleyip üzerime yıktılar, sokağına çıkan tüm yolları ben kapattım sandılar.

Yalnızlığımın bir anlamı olacaksa derin bir mevzudur meselem. Senin sessizliğin ve sessizce gidişin bu mevzunun başrolünde değil mi zaten? Aslında hiçbir gidiş sessiz değildir, olsa olsa sadece gidilen işitilebilir.

Sessizce açıyor çiçekler ve sessizce kuruyup gidiyor güller. Oysa bir gülün açılışı ne büyük haykırıştır. Nitekim sessizdir her ölüm, geride bıraktıklarının feryadına inat. Şanlı bir komutan, şanlı bir fetihten sonra yalnız öleceğini bilmelidir. O yüzden midir, aslanlar sessizce terk edilir?

Ah be güzel kedi, böyle gidilmezdi sessizce!