📽️: @h_caulfield



Her hafta evine bir tüm tavuk sipariş veriyorsun, çocukla gönderirdim eskiden. Eleman, kapıyı açmadığın için gittiği gibi dönerdi. Ev telefonunu arardım ve neden kapıyı açmadığını sorardım. Bir süre nefeslerimizi dinlerdik ve yüzüme kapatırdın. Bu bir aya yakın sürdü. Ben her hafta istediğin günde tüm tavukla, çocuğu gönderdim. Eti almadın, ben de sokaktaki köpeklere dağıttırdım.

Bir gün, yağmurlu bir pazar günüydü. Dükkanım kapalı olmasına rağmen beni aradın ve tüm bir tavuk istedin. Yanıma altı yaşındaki kızımı alarak dükkana gittim. Tavuğunu hazırladım. Ve çocuğumun elinden tutup senin evine getirdim. Ben merdivenlerde kapıyı görecek bir pozisyonda beklerken kızım ziline bastı. Kapıyı açtın, bunu beklemiyordum bir basamak tökezledim. Sesimi işitmiş olmana rağmen kafanı çevirmedin. Tavuğu alıp içeri geçtin. Kızım kapını kapattı ve yanıma geldi.

-Bu amca neden böyle? diye sordu.

Bilmediğimi söyledim ve dükkana döndük. Kızımın eline bir bez verdim ve camları silmesini söyledim. O temizlik yaparken ben de sandalyemde oturup yağmuru dinledim.

Sonraki gün geldiğimde ilk işim elemanı işten çıkarmak olmuştu. Onun yerine kızımı çalıştıracaktım. Diğer haftalar sessiz geçti, bir tavuk ile yaklaşık üç hafta geçirdin. Nihayet bir pazar günü beklenen telefon geldi. Bu sırada misafirlikteydik. Çocuğumu arkadaşlarının yanından ağlatarak alıp yeniden senin kapına getirdim. Hazırlıklı olduğumdan tökezlemeden izledim sahneyi. Hareketlerin daha aksaktı. Saçlarının dökülmeyen bir parçası tamamen beyazdı. Saçın sakalın birbirine girmişti. Kapıyı kapatan yine kızım oldu ve yanıma gelip sordu:

-Neden baba?

Bu meraklı çocuğa ses etmedim. Bunun yerine dükkana götürüp tuvaleti temizlettim. O içerideyken ben de biraz kafa dinleyebildim.

İki gün sonra kızım hastalandı. Ateşi çıkmıştı ve yataktan kalkamıyordu. Karım, tek gitmek zorunda olduğumu söyledi. O gün dükkanı temizletemedim, birkaç müşteri laf etti. Eve döner dönmez kızımın odasına girdim. Daha da kötüleştiğini söylüyordu annesi. Sıkılıp erkenden yatağa geçiyordum. Evimiz giderek kasvetli bir hale geliyordu. Karım çocuğuyla uyuyordu, büyük odada yalnızdım. Bir hafta dolmuştu, kızımla annesi hala odadaydı.

Dükkan giderek kirleniyordu, her kapıyı açan müşteri ile tozlar masama doğru uçup kendine yeni bir yer arıyordu. Müşterilerim dert yanmaya devam etti ve bir kısmı alışverişi kesti. Kalanları da kaybetmek istemediğimden fiyatlarda hatırı sayılır bir indirim yaptım. Ertesi gün sen aradın. Tüm bir tavuk istiyordun. Getiremeyeceğimi söyleyecektim ama sen sabırsızdın, telefonu kapattın. Acil bir durum olduğunu düşünerek aceleyle siparişini hazırladım. Dükkanı kapatıp evine geldim. Zile basmama gerek yoktu çünkü kapıyı açık bırakmıştın. Önce seslendim, tavuğu mutfağa bırakacağımı söyledim. Evin çok sessizdi, ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim ve kapıyı kapattım. Bu sana ilk gelişimdi.

Aynı gün kızımın öldüğünü duydum. Yataktan çıkmış annesiyle halı sahaya gitmişler. Eşim onu izlerken o da tek başına top oynuyormuş. Zaten eğik duran ve hiç güven vermeyen kaleden, topunu almaya giderken kale devrilmiş, kızım altında kalmış. Ambulans geldiğinde çoktan ölmüş.

Annen hep kendini suçladı. Artık yüzünü hiç görmüyordum, odandan çıkmıyordu. Komşular da evimize uğramayı bırakmıştı, dışarıda yemek yiyordum. Çoğu zaman eve uğramıyor, dükkanda sabahlıyordum. Banyo yapmam gerektiğinde hızlıca işlerimi halledip evden çıkıyordum, ağır bir leş kokusu bırakmıştın arkanda.

Dükkan da farklı sayılmazdı, fazla kirliydi. Ucuz fiyatlar müşteri kalitemi düşürmüştü. Dilenciler benden tavuk almaya başlamıştı. Yaklaşık üç haftayı bulan ve bazen geçen aralıklar ile evine uğramaya devam ettim. Artık aramıyordun, istediğin bir şey kalmamıştı. Ya da vegan olmuştun. Buna rağmen ziline basıyordum, kapıyı açmıyordun.

Bir gün işten çıkardığım eleman dükkanıma gelip iş aradığını söyledi. Kızımın öldüğünü duymuştu, baş sağlığı diledi. Yeterince para kazanamadığımı, dükkanı temizlemesi karşılığında gününü burada geçirebileceğini söyledim. Kabul etti. Sevinmişti, heyecanla tuvalete girip temizlik malzemelerini aldı ve işe koyuldu. Mesai bitimine kadar söylediğim yerleri siliyor, aynı yeri birçok defa, saat beşe geldiğinde ise evine dönüyordu. Ben dükkanda kalmaya devam ediyordum. Giderek eski müşterilerimi yeniden kazanmaya başladım. Her gün temizlendiğini görüp rahatlıkla içeri giriyorlar ve artık çok ucuz olan ürünlerden kapış kapış satın alıyorlardı. Zarar etmeme rağmen sorun değildi. Dükkanda sabahlamak sırtımı ağrıtmaya başlamıştı, eve dönmeye başladım. Uzun zamandır girmediğim ev harabeye dönmüştü. Keskin bir koku yayılıyordu, ilk işim pencereleri açıp evi havalandırmak oldu. Eşimin yanına uğramadım, kokunun kaynağıyla yüzleşmek istememiştim.

Derin bir uyku uyuduktan sonra işe koyulmak iyi gelmişti. Kokuya da alışmıştım artık. Temiz havayı garipsiyordum. Sıcak bir mayıs günüydü. Seni aradım, açmadın. Siparişini hazırlayıp elemana verdim. Eleman:

-Bu benim görev tanımım içinde değil, dedi.

Hak verdim ve dükkanı ona emanet edip evine geldim. Bu son, diye tekrarlıyordum içimden. Kapının önünde bir sürü, çeşit çeşit ayakkabı vardı. Öyle ki bir kısmı merdivenlere taşmıştı. İçeriden ağlamaya benzer sesler geliyordu. Kapıyı tıklattım. Küçük bir çocuk beni karşıladı. Kızımdan daha ufak görünüyordu. Neden geldiğimi ve kim olduğumu sordu. Cevap vermeden içeri geçtim. Ev oldukça kalabalıktı. Holde üç kapı vardı. Birisi önceden girmiş olduğum mutfak kapısı, diğeri misafirlerin çoğunluğunun yığıldığı odaydı. Kapısı kapalı olan tek odaya yöneldim. Senin odan olduğunu düşünüyordum. İçeri girdim ve kapıyı kilitledim. Oda oldukça sadeydi. Duvarların lilası dışında dikkat çeken bir renk yoktu. Yatağın, perdeler, dolap ve masan kahve tonlarındaydı. Yatağının yanında duran komodinin üzerine tavuğu bırakıp yatağına oturdum. Sen güneşliği çekilmiş perdenin önünde öylece dikilip tülleri seyrediyordun. Bana bakmasan da benim geldiğimi biliyordun. Önce salonundaki kalabalıktan dert yandın.

-Bunlar yüzünden odamdan çıkamıyorum. Acıktım ve banyo yapmak istiyorum, dedin.

Haline acımıştım. İstersen bir şeyler ayarlayabileceğimi söyleyerek ayaklandım. Hızla arkanı dönüp elini kaldırdın. Neden durmamı istediğini anlamamıştım. Başınla dolabı işaret ettin ve arkamı dönmemi istedin. Kapıya yüzümü verip senin hazır olmanı bekledim. Ufak tefek gıcırtılar sonrasında dolap kapandı, işin bitmişti. Kontrol etme gereği duymaksızın kilidi çevirip çıktım. Karşıdaki duvara küçük kız yaslanmış beni bekliyordu. Çıkmamla hareketlenip yanıma geldi ve elimi tuttu. Onu dükkanıma götürdüm. Sandalyeme oturttum ve biraz tavuklardan bahsettim. Sonra elemana dönüp çalışmasına gerek olmadığını söyledim. Bu onu sinirlendirdi. Benden tazminat istedi.

-Kafana göre işe sokup çıkartamazsın, dedi.

Hak verdim, ancak param yoktu. Ona içi boş ceplerimi gösterdim. Israrcıydı, omuz silkti. Tuvalete girip birkaç bez ve deterjan aldım. Çıktığımda gözleri parlıyordu. Güle güle kullan diyerek hakkı olanı ona teslim edip yolcu ettim. Kız çocuğuna döndüm, bu dükkanı sana devrediyorum, dedim. Kız şaşırdı fakat uzun sürmedi. Hemen toparlanıp elimi öptü. Gitmeden tavuklar hakkında aklına takılan soruları sordu. Anlamsız soruları yüzünden onu tekrar oturtup baştan anlatmak zorunda kaldım. Öğrendiğini düşündüğümde saat gece yarısını geçiyordu. Kalkıp belimi kütlettim. Acıyla inlemiştim. Yaş almanın ürkünç olduğunu söyledi. Başımı salladım, vedalaştık ve evime gittim. Kapıyı kızım açtı:

-Neden bu kadar geç kaldın baba, dedi. Çocuklarla uğraşmanın yaş almaktan daha berbat olduğunu söyledim.

-Ürkünç şeyler geceleri mi yapılır?

Cevap vermeği gereği duymaksızın kızımın odasına girdim. Eşim yatağının baş ucunda uyuyakalmıştı. Bir eli senin alnında, diğerinde ise kuru bir bez vardı. Epey terlemiş görünüyordun, üstündeki yorganı iteklemiştin, bir bacağın dışarı sarkıyordu. Tişörtün üstüne yapışmıştı, saçlarını yıkamışsın gibi ıslaktı. Diğer odaların neden bu kadar sıcak olmadığını düşünüp, üşüyerek uyumaya çalıştığım geceleri anımsadım. Kıskançlıkla izledim anneni ve seni. Bakışlarım seni uyandırdı, minik gözlerini ufalayarak doğruldun, bu sırada annenin alnındaki elini yastığa indirmiştin. Ne işim olduğunu sordun.

-Bilmiyor musun? Tavukçuyum, dedim. 

İyileştiğin halde işe gelmemenin sorumsuzluk olduğunu söyledim. Ve dükkanın yaşadığı sıkıntılardan, para kaybettiğimden, en sonunda ise ondan daha küçük bir velete bırakmak zorunda kaldığımdan bahsettim. Dudaklarını büzdün.

-Ne yani artık tavuk yiyemeyecek miyiz, diye sordun.

Benden tüm bir tavuk istedin. Hastalık seni yormuştu. Aç ve kirliydin. Anneni uyandırmadan toparlanmak ve evi temizlemek istiyordun. Boş ceplerimi gösterdim. Benden salondaki telefonu istedin. Onun oraya sabit olduğunu söyledim. Ellerini kaldırdın ve kucağına alıp götür, dedin. Dediğini yaptım. Telefona bilmediğim bir numarayı girip açılmasını bekledin. Bir kız sesi cevap verdi. Ona tüm bir tavuğa ihtiyacın olduğunu söyleyip telefonu kapattın. Kucağımdan inerek annenin yanına gittin. Çok geçmeden kapı çaldı. Holde kapıyı göreceğim bir yere konumlanıp odandan çıkmanı bekledim. Sersemce hole çıktın, gözlerin beni aradı, bulduğunda şaşırmış gibi yaptı. Gelen cenaze evindeki ufaklıktı. Artık tavuk değil dondurma satacağını söyledi kızıma. Kızım siparişini aldı ve kapıyı kapattı. Gözlerini meydan okurcasına çevirdi bana. Bu sert tutumundan hoşlanmamıştım. Karşıma geçip tavuğu elime verdi, bir daha bu eve uğramamamı söyledi. Nasıl geçineceklerini sordum, annesi uyanmıyordu, kendisi küçüktü. Başının çaresine bakacağını söyleyerek beni evden çıkarttı. Artık evsiz ve dükkansızdım. Bildiğim üçüncü adrese gittim.

Misafirlerin gitmişti. Kapıyı sen açtın. Toplanmış görünüyordun. Aydınlık bir yüzle karşıladın beni, sinek kaydı tıraş olmuştun, temiz bir koku yayıyordun, saçların ıslaktı, belinde bir havlu vardı.

-Gelmene sevindim, dedin.

Siparişini almak için çekildin, ayakkabılarımı aceleyle çıkartıp mutfaktaki dolabına koydum. İşim bittiğinde kapıya yaslanmış beni bekliyordun. Artık bir evimin olmadığını söyledim. Odamı gösterdin. Teşekkür ettim ve salona geçtim. Dondurmacı ve eski elemanım da buradaydı. Sizin de mi eviniz yok, diye sordum. Küçük kız bilmediğini, eleman ise bilemeyeceğini söyledi. Komik bulmuştum, aynı anda farklı çekimlerle aynı yüklemi kullanmışlardı. Sesli bir kahkaha attım. Sadık müşterim arkamdan sırtımı sıvazladı ve evine hoş geldin, dedi. Çocuğun gözleri parlıyordu, bana umutla bakıyordu. Dondurma fikrinin çok iyi olduğunu söyledim. Bu sırada eleman ayağa kalktı ve pantolonun belinden bir silah çıkartıp arkamdaki yaşlıya verdi. Müşterim elini sırtımdan çekti, yerine namluyu koydu. Eleman kalktığı yere oturdu. Küçük kız dizlerini kendisine çekerek bağdaş kurdu.

Gülüşüm derinleşmiş ve yerini anlamsız hırıltılara bırakmıştı. Artık gözlerimden yaşlar dökülüyordu. Nedenini bilmediğim bir acıyla hıçkırarak ağlıyordum. Pişmanlık beni ele geçirmişti, tüm bedenim dehşet içinde sarsılıyordu. Çocukluğumu anlatmaya başladım.

-Bir gün tek başıma halı sahaya gitmiştim. Elimde yolda bulduğum yeşil ve küçük bir top vardı. Bununla futbol oynanmadığını biliyordum. Yine de kaleye sokmaya çalıştım. Bu zordu çünkü istediğim gibi yuvarlayamıyordum. Ayağıma denk gelmiyordu, çoğu kez ıskalıyordum topu. Sıkıldım ve kalenin içine oturdum.

Hile yaptığını itiraf etmişti. Yaşlı, sorun değil diyerek tetiği çekti. Küçük kız, babam tam bir aptal diyerek kapıya yöneldi. Eleman hileyi anlamamıştı. Yaşlıdan silahı istedi. Ölmek istediğini söyledin. Eleman umarsızca omzunu silkti. Belindeki havluyu çözerek ona uzattın. Hilene gülümsedim. O ise buna düştü ve koşarak elinden havluyu kaptı, evden çıktı. Yalnız kalmıştık.

Bunun devamı yok.