Üşüyen bir adam değilim. Galiba anam, üşümeyeyim diye doğal bir kürkle doğurduğu için böyleyim. Eh, anam, mevlanın varlık kalemi değil mi? Ne eylerse güzel eylemiştir benim nazarımda... Üşümüyor olmanın ilk ve en güzel tarafı nedir biliyor musunuz; gövdenizin doğal bir soba vazifesi görmesi. Bunu ilk, sevgilim sınamıştı. Soğuk kış gecelerinde yürürken, ellerini ısıtırdım onun. Önce bir elini ısıtır, sonra yetmez, iki elini de avuçlarımın arasına alır, terletene kadar tutardım öylece. Hoş, bunca ısıtmamın ardından o, hemen sigarasını yakar, ellerini yine bir buz küpüne çevirirdi.


Sonra kızımın sobası olmuştum. Sokakta yürürken, bir kere "baba" dese, hemen alır, montumla göğsüm arasına sarar, iki dakikada suratını al al yapardım... Kimi sabahlar yeni uyandığımda da anası bir yandan, kızım bir yandan, ellerini, ayaklarını, kulaklarını, gövdemin muhtelif yerlerine basarak ısınırlardı ve sıcak sıcak tüterdi gövdem. Uyku sersemliği ile "bari yumurta kırıp çay da demleyin" diye takılırdım onlara. Elbet, o küçücük eller ve ayaklar, üzerimde gezinirken, öylesine mutlu olurdum ki. Çünkü bu, hayat bağışlamak gibi bir şeydi... Böyle zamanlarda aklımda, hep şu söz belirirdi: "Prometheus'un çaldığı ateş, tam da bu olsa gerek."


Evet, ateş dediğimiz esasen yaşam ateşi demekti ve bu, insandan insana, işte bazen bu şekilde, gövdenin, kanlı canlı bir sobaya dönüşmesiyle mümkün oluyordu.


...........


Ve, yıllardır kimsenin sobası değilim. Kırık bir düş gibi soğuk, küçücük eller. Ateşim, sadece içimde bir yerlerde yanarken, şimdi daha iyi anlıyorum, Rıfat Ilgaz'ın şu şiirini:



SON ŞİİRİM


Elim birine değsin,

Isıtayım üşüdüyse

Boşa gitmesin son sıcaklığım!



11 Mart 2022 Cuma

Ayvacık/Çanakkale