kaybolan bir hüznüm
alelade geçtim kahrından
her ömrün
adım bir öksüz
kirpiklerin zulmüm
omuzlarında ölüm taşırdın da
benim başım
ondan hasret
benim naaşım
ondan mahal
sen, yaralardın her şafak
tırnak uçlarında ölü deriler
ve onları kapatan
koyu bir boya
tırnaklarında
acımasız, fani
aşk ve sevgi
merhametli, baki
kin ve öfke esas
bir masanın adına bahar katan
ekose örtüye dökülse çay
feryat eder,
üzülür insan
kağıtlarıma kanla döküldü
mısralar,
tebrik etti insan
var mısın,
yok yere ağlamaya?
gözlerinde tabutumu görürüm de
cennet derim
belin nehirler kadar
kılcal, kıvrak
güz deselerdi bana
yapraklar ölüyor!
derdim, derdim
ne yapraktı, ne ölüm sahi.
sen, beyazlar ya da siyahlar giysen
ne âlâ!
manolyalar başında taç bir buket
yeşermiş
dilinde bir kırbaç
elinde bir sapan
bir denmez sana
sadecesin
açtığın yaralar pekala kanar
pekala kanar da
sana yaklaşıyorum
ramak kaldı derim
yüzüme bak, yüzümü de hırpala
iniltilerimi anlamaz
kıvranışlarım duyulmaz
tükenmekle varolmuşum
sen tüketmekle
vesselam
taşlı yola bakmadan
cennete varmak gibidir
seninle konuşmak
başaklara dalarsın da
düşersin kaldırmaz
rab yaratmadı desem
adın belli
sanın belli
nasıl bir rabsa
kendi kalmış sen de
tanrılaşmışsın besbelli
öldür beni gayrı
burada yaşam, kêrbela
kollarından gayrı
anlamımdan gayrı
ıhlamur ağaçlarının vefatı daha yakındır belki
yüzündeki tebessümün
sahibi olacağımdan
vur beni mütemadiyen
namlu gözlerin alışkın
alevli, hoyrat
ruhum paramparça