Sokaklarda gezmek istiyorum. Kuytu köşelerde kalmışlara da, salına salına yürüyenlere de ulaşmak istiyorum. Omuzlarını sarsıp göğe bak diye bağrırmak istiyorum. Baksınlar ve de görsünler. Eskimeyen, kırışmayan, içinde şimşekler çaksa da asla çatlamayan gökyüzüne baksınlar. İçinde bulutları da yağmur da barındıran o maviliğe dalsınlar. Belki o zaman bir şeyleri hatırlarlar, belki o zaman bir şeyler değişir diye umut ediyorum.


Hayat akıp gidiyor. Biz de onun peşine takılıp kendimizi unutuyoruz. Zaman akıyor, saatler işliyor. Saniyeler damla damla akıyor ve geçmişe karışıyor. Biz bunun farkına varamıyoruz. Caddelere çıkıp insan seline karışıyoruz. Sadece yukardan bakınca fark ediyoruz kalabalığı. İçinden geçerken bizi telaşlandırmıyor. Yukardan bakınca endişe doluyoruz. Hayat akıp gidiyor ve biz sadece endişe duyuyoruz.


İnsan bir yaşından sonrasını takip edemiyor diyor etrafımdaki herkes. O yaş kişiden kişiye değişiyor elbette. Kimine göre 17 kimine göre 21... Geçmişe dönüp ah vah etmenin yaşı da farklı. 30 yaşına geliyor, 17'sine dönmek istiyor biri. 50 yaşına geliyor, 25'e dönmek istiyor başka biri. Hep geçmişe dönmek istiyor insan bir yaştan sonra. Hep küçülmek istiyor. Ah şimdi ... yaşında olsaydım diyor. Büyümek istemek tek çocuklara has. Yaşları büyüsün isteyenler hep çocuklar. Zaten insan büyüdüğünü de geri küçülmek istediği an anlıyor. O an başlıyor kalp ağrısı.


17 yaşındayım artık. Bunu içimden söylemek bile elimi kalbime götürmeli sebep oluyor. Bir an yutkunamıyorum. Nefesim tekliyor. Çocuk değilim artık. Henüz kocaman oldum diyecek kadar da büyümedim. 17. Sadece 17 yaşındayım işte. Geçmişe dönmek isteyenlerin tarafındayım artık. O yüzden bu çektiğim kalp ağrısı belki de. Artık çocuk olmadığımın farkında olduğum için. İnsanlar 17 yaşına dönmek istiyor. Ben dönülmek istenilen yaşta ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde sokaklarda dolaşıyorum. Gökyüzüne bakıyorum. Sonra tekrar bakıyorum. Sonra tekrar. Sonra hayat akıp gidiyor. Ben da hayata karışıyorum.