Bu öykü gökyüzünün karanlıklara kaplanmasının öyküsüdür. Ve bu öykünün sonunu tayin etme lüksüne sahip kişiyle başlayalım. Bu kişi Bayan Gökyüzü'nden başkası değil. Yerine göre gayet masum ve bi' o kadar hırçın birisiydi Bayan Gökyüzü. Küçük bir şehrin küçük bir kızıydı. En kötü huyu kendi burnunun dikine gitmesiydi galiba. Çok inatçı birisidir kendileri. Çoğu zaman kendi bildiğinin doğru olduğunu düşünür. Her zaman haklı olduğunu zannederdi. Küçük bir sahil şehrinde yaşamasından da dolayıdır belki ruhu yetkin doygunluğa ulaşamadıgından hep böyle kendini tamamlayamamıştı. Ve hala öyle devam ediyordu. Olaylara baktığı tekdüze bakış açısıyla kendisini yetkeci sistemin bir neferi haline getirmesinden habersizdi, çevresindeki insanlar da kendisinin birebir aynısı olmasından dolayı yaşamına sorunsuz şekilde devam ediyordu. Ta ki o güne kadar...


Güzel bir mayıs günü ikindi vaktiydi. Bir basketbol sahasında top sesleri birbirine karışırken birazdan karşı karşıya gelecek adımlardan ilki yola çıkmıştı bile. Evet, Bayan Gökyüzü hayatının iki yılını etkileyecek bir olayın kahramanı olmak için harekete geçmişti. Liseli bir gence nazaran oldukça özgüvenliydi de. Arkadaşıyla birlikte yavaşça yaklaştı, gözlerini sahaya dikti ve "Çocuklar!" diye seslendi Bayan Gökyüzü. Dakikalardır baktığı insanların yanına gelmeye cesaret edebilmiş ve seslenişine bir cevap bekliyordu. Onun sesi yankılanırken bedenlerin arasında, o çocukların arasında birinin kalbi pır pır atmaya başlamıştı bile. O ateşten başkası değildi; o ateşti, o tutkuydu. Çoğu zaman kendine buyruk, toplum tarafından genel geçer konulan kurallara hep karşı koymuş birisiydi. O ateştendi. Kendine dokunanı hep yaktığı gibi yine yakacak mıydı yoksa o andan itibaren ruhunun alevlerine karşı koyabilecek miydi? Bay Ateş bir an toparlanmış, cevap vermişti. Sonu çıkmaz bir yola girdiklerinden habersiz hemen tanışmışlardı. Sonrasında Bay Ateş yavaşça süzdü Bayan Gökyüzü'nü. Yüzündeki gülümsemeden belliydi bu durumdan hoşnut olduğu ama ya kendi alevinde yok olup gidecek ruhunu gökyüzüne bırakacaktı ya da senelerdir yaptığı gibi zararı insanlara olacaktı. Ama gökyüzünü seviyordu. Sonsuz mavi onu rahatlatıyordu. Ona zarar vermek istemiyordu. Bu düşünceler de zihnini sarmış bir şekilde Bayan Gökyüzü'yle basketbol oynuyordu. Kaderin cilvesi midir bilinmez hep karşı karşıya geliyorlardı.

Birbirine değen iki çift göz birkaç yılı birlikte devireceklerinden habersiz sürekli karşı karşıya geliyorlardı. Bir süre vakit geçirdikten sonra herkes evlerine dağıldı. O günden sonra Bay Ateş aynı hanımefendiyle tekrar karşılaşmak ümidiyle günlerce aynı sahanın yolunu tutmuştu. İçinden gelen bir şey onu görmek istediğini söylüyordu. Ve o hisse itaat etmekten başka bir şey yapamıyordu. Evet, içinde bir his vardı ve o his alevlere bürünüp bütün semâyı etkisi altına almak istiyordu. Günlerce sabretmişti. Dindirmeye çalışmıştı bu hissi. Kendi kendine aklında kuruyor, evini tahmin etmeye çalışıyordu. Bir türlü işin içinden çıkamıyordu. Karmakarışık hissediyordu Bay Ateş. Bu karışıklıkla birlikte günleri devirdi. Bu süre boyunca hep aklı bir karış havada gezdi. Leyla'sını arayan Mecnun gibi sokaklarda geziyor her köşebaşında onu görmeyi umuyordu. En sonunda sanırım Tanrı kuluna acımış ve ona beklemediği bir yerden sürpriz göndermişti...


Günler birbirini kovalamış, Bay Ateşin arkadaşı Bayan Gökyüzü'yle tanıştığını söylemişti. Bunu duyan Bay Ateş'in gözlerindeki sevinç inanılmaz derecede parlaktı. Bay Ateş'in arkadaşı o gün eve dönerken Bayan Gökyüzü'yle tekrar karşılaşmış ve Bayan Gökyüzü sosyal medya kullanıcı adını vermişti. Bu Bay Ateş için bulunmaz bir fırsattı. Bütün dobralığını kullanmalı ve içinden ne geliyorsa hemen onu yapmalıydı. O gün eve gider gitmez önce hesabı araştırdı. Kendi kendine yollar arıyordu. Saat akşam 9 sularında ne yapacağını bulmuştu en sonunda. Pat diye mesaj atıp tanışmak istediğini söyleyecekti. Evet arada böyle dobralıkları tutardı ama genelde çuvalladığı için her seferinde korkarak atardı o ilk adımı. Bu sefer de aynısı olacağı korkusu sarmıştı bedenini. Bu düşünceleri zihninde dolaştırırken mesajını atmış kısa bir süre sonra cevap da alabilmişti. Hayatının en mutlu anlarına bir bir yaklaştığını hissediyordu. Artık sürekli onunla konuşmak istiyordu. Aynı şey Bayan Gökyüzü tarafından söylenir miydi, bilinmezdi tabii. O her zamanki gururunu her şeyin önüne koymaya çalışıyor kendini ele vermiyordu. Günler aynen böyle geçip gidiyordu. Bay Ateş kovalıyor Bayan Gökyüzü yakalanmak istercesine koşturuyordu derken...


Günler 6 Haziran'ı gösteriyordu.

Artık bazı şeyler belirginleşmeye başlamış, zamanın modern aşklarından birisi haline gelecek bir ilişkiye yola çıkacakları konusunda hemfikir olmaya başlamışlardı. O dört gün Bay Ateş için nasıl geçti bilinmez ama 10 Haziran günü belki de birçok şeyin değişeceği gündü.



— Bir dakika!


— Tanrım böyle mi olması gerekiyordu?


— Bu kadar erken olmamalı ama neden?


— Pekalâ, sen daha iyi bilirsin Tanrım. Ona sevgilerimi ilet olur mu?


Bay Ateş son nefesini vermişti!


Galiba bazı hikayeler kötü sonla bitmeli ki daha kötü sonu okuyucular bilmemeliydi. Evet, Bay Ateş ölmüştü. Belki de ona Tanrı'dan bir mucize inmişti kim bilir, sanki geleceği görmüş ve her şeye engel olabilmek istercesine kendi canına kıymıştı.

Bedeninin yanı başında üç beş satır bırakmıştı sadece. Ve şunlar yazılıydı:


"Eski dostum, onunla sana mutluluklar. Ama artık ben ne onu ne de seni tanıyorum. Ben ölüyorum, fakat sizin ruhunuz ölü doğmuş. Bunu bilerek yaşamanız size yeterlidir. Ve Bayan Gökyüzü siz benim gökyüzüne olan nefretimsiniz. Mutluluklar..."


Bu mektupta hitap edilen kişiyi bilmemize gerek yok diye düşündü galiba Bay Ateş. Birçok şeyi olduğu gibi bu bilgiyi de kendi alevlerinde kül etmişti bile...


Bazı hikayeler küçük şehirlerde bazıları büyük şehirlerde biter, bazıları erken bazıları geç. Ama bu hikâye sizlerin sonunu bilmek istemeyeceği rezillikle bitmek istercesine devam ederken Bay Ateş'in kendi ateşinde yanmasıyla aniden son buldu. Bayan Gökyüzü ise kendi gökyüzünü kara, soluk bulutlarla çevirmişe benziyordu.

Hep böyle oluyordu ya zaten. Kara bulutlar çevirdi mi gökyüzünün her bir tarafını, ateşe sönmekten başka çare kalmazdı...