Senin için bir planım var; bu gece ikiye çeyrek kala meydanda ol. Yanında bir şemsiye getir. Renkli olanı değil, diğerini. Bir kolunun kırık olduğunu biliyorum, sorun olmayacaktır. Yağmur yok, bu gece güneşli. Kırmızı boğazlı kazağını giy, üzerine sana aldığım kürklü kabanı giyebilirsin. Son olarak topukluyla gelmen gerekiyor, bu bizim için özel bir gece.


Ben siyah takımımı giyeceğim, tahmin edeceğin üzere. Papyon takmayı düşünüyorum, rahat ve tatlı bir imaj çizmek istiyorum. Ah saçların… Onları unuttuk. Açık bırak, yok hayır sıkı bir at kuyruğu yapacaksın. Ben de tarar gelirim işte.

Plan çok büyük değil, detaylardan kaçındım. Zorlanmanı istemiyorum ve sadece sana odaklanmak istiyorum. Seni meydandaki kedi heykelinin önünde arabamla bekliyor olacağım. Siyah bir BMW kiraladım, seversin. Binişindeki sakinliği hayranlıkla izleyeceğim. Elinden şemsiyeni alıp arka koltuğa bırakacağım. Ve nazikçe elini öpeceğim. Gülümsersin.


Çok durmayacağız, birkaç dakika gerekli tekrarlamaları yapıp yola koyulacağız. Gideceğimiz mekan ayarlandı, masamız rezerve edildi. Bizi kapıda bir vale karşılayacak. Ona anahtarı sen vereceksin. Kapıdaki garson kibarlık edip kabanını sıyıracak, itiraz etmeden çıkaracaksın. Benim onlara verecek bir şeyim yok. Dönüşte belki bahşiş bırakırım, yeterince tatmin olduysak. Senin için kolumu büküp karnımı tutacağım, sen de elini dirseğimin arasına yerleştireceksin. Acelemiz yokmuş gibi ağır ağır salona geçeceğiz. Yanımıza bir garson koşturacak, tüm gün bizimle ilgilenecek garson bu. Önümüze geçip masamıza kadar eşlik edecek. Sandalyeni çekip oturmana yardım edeceğim. Sonra omzuna bir öpücük belki…


Biraz laflayacağız, konu konuyu açacak. Çocuklarımızdan söz edip kederleneceğiz. Hareketli bir müzik başlayacak. Akraba dedikodusuna kahkahaların eşlik edecek. Konuşulabilecek onlarca yılımız varken bir yerde konu tıkanacak. Birbirimizi izlemekle yetineceğiz. Garsona nihayet sipariş vereceğiz. Sen balık söyleyeceksin, ben de salata.   

Şemsiyenin planla ilgisini soracaksın. Meraklı ve zekisin. Cevabını kendin bulacaksın. Garson gittiği hızla siparişlerimizi getirecek. Burası pahalı bir mekan, bu gece için masraftan kaçmadım. Her konu açmaya çalıştığımda tökezleyeceğim, sen kafanı sallayıp boş vermemi isteyeceksin. Kalan saatlerimizde tabaklarımızdan kafamızı kaldırmayacağız.


Beşe çeyrek var. Mekan kapanacak. Kalkmamızı istiyor ama şikayet edemiyorlar. Balığın berbat olduğunu, mideni bozduğunu söyleyip tuvalete gidiyorsun. Yarım saat boyunca seni bekliyorum. Sıkılıp garsonu çağırıyor, hesabı ödüyorum. Tuzlu bir miktarın üstüne yüklü bir bahşiş bırakıp burayı terk etmelerini söylüyorum onlara. Garson tepki vermiyor, müdürüyle konuşacağını söylüyor. Onun için de masaya bahşiş bırakıp tuvalete gidiyorum. Cinsiyet ayrımı yapılmamış, tek kişilik tuvaletler var. Kapısı kapalı olan, sadece senin olduğun oda. İki üç kez vuruyorum. Öğürme seslerini işitiyorum. Gitmemi istiyorsun. Kapıya yaslanıp bekliyorum. Bu sırada karşıma denk gelen aynada saçlarımı düzeltip, yakamdaki görünmeyen tozları silkeliyorum. Duyduğum ayak sesleri ile kendimle ilgilenmeyi bırakıp dikkatimi o yöne veriyorum. Garson ve müdürü bunlar. ‘’Nihayet!’’ diyerek alkışlıyorum onları. Müdür şaşırıyor, ‘’Beyefendi daha fazla paraya ihtiyacım yok’’ diyor. Olsun, diyorum. ‘’Ben her şeyi satın alabilirim.’’ Garson, sinirlenen müdürünün koluna girip sıkıyor. Sen tuvaletten çıkıyorsun. Elini, yüzünü ve boynunu ıslatıyorsun, ağzındaki artığı çalkalayıp tükürüyorsun. Hepimiz burnumuzu ekşitiyoruz, ben rötarlı. Yanıma gelip kolumu tutuyorsun uyarırcasına, tıpkı garson gibi, tırnaklarını geçirerek. Sorunun hallolduğunu, gideceğimizi söyleyip benim adıma özür diliyorsun. Ve verdiğim yüklü bahşişleri hak etmediklerini, balıklarının berbat olduğunu, aç kaldığını, ne kadar çok sinirlendiğini anlatıyorsun. Seni olgunlukla dinliyor müdür. Garson ‘’Müşteriler haklıdır.’’ diye mırıldanıyor, elinin tersiyle alnındaki birikmiş teri silerken. Müdür kravatını gevşetirken kolunu garsondan kurtarıyor, ve sana doğru bir adım atıyor, ‘’Siz müşteri değilsiniz, bahşiş ödenmez.’’


Sen direniyorsun, bahşiş alma karşılığında BMW’yi teklif ediyorsun. Bunu garson beklemiyor, yüksek sesli bir küfür savuruyor ortaya. Müdür arabalara aşık olmalı, garsonu uyarıyor, bir adım daha atıyor sana, teklifini vakit kaybetmeden kabul ediyor. Gözlerinde sadık bir köpeğin dost canlısı bakışları var. ‘’İyi ki geldiniz.’’ diyor. Memnun oluyorsun, el ele tutuşuyoruz, yüklü bir bahşişe sahip ancak arabasız halde mekandan çıkıyoruz. Kabanının içeride kaldığını hatırlıyorsun, sonra ‘’İyi oldu, sevmemiştim zaten.’’ deyip beni çekiştirmeye devam ediyorsun. Güneş batmak üzere, insanlar sokaklara dökülüyor. Birkaç balıkçının erkenden gelip şekerleme yaptığı; kuşlar ve kurbağalar dışında gürültünün olmadığı bir göle getiriyorsun beni. ‘’Planın buydu.’’ diyorsun yüksek sesle. Seni onaylıyorum.


--


Sabah beş için bir plan yaptım. Göle gideceğiz. Yanında yüklü miktarda para olsun. Miras olabilir veya çalıntı. Yine de eksik kalacağını biliyorum, sorun değil. Suda ıslanacaktır. Hiçbir şey giyme, takımını çıkar. Papyonuna ve gömleğine yardım edeceğim, aceleye gerek yok. Hiçbir şey giymeyeceğim. Bu bizim için özel bir gün.


Plan çok basit. Göle girip karşıdaki adaya yüzeceğiz. Hep bir ada hayal ettik, gölü olsun ve kurbağalar olsun istedik. Nihayet bitecek. Aralığın keskin soğuğu ve sabahın ayazı içimizi titretecek. Göle birkaç adım atıp duracaksın. Çok soğuk olduğunu söyleyeceksin. Yanına gelip bacaklarına su sıçratacağım. Elimi tutup ‘’Yapma.’’ diyeceksin, yavaşça yürümeye başlayacağız. Hedefimiz önümüzde, çok yakın görünüyor. Balıkçılar uyanmadan varacağız. Su belimize geldiğinde dudaklarımız morarmış olacak. Dişlerimiz titrerken aniden durup, ‘’Taşları unuttuk’’ diyeceksin. Gerek olmayacağını söyleyeceğim. Şüphe etsen de ısrar etmeyeceksin. Su boynumuza geldiğinde hala elini tutuyor olacağım. Kurbağalar seslerini arttıracak, bir iki kuş çığlık atarak üstümüzden geçecek, onlara eşlik edeceğiz.


Artık adımlarımız balçığa saplanmıyor. Güneş doğmak üzere, gölü kurutmasa bari. İlk ışık balıkçıyı uyandırır, ya gözleri iyi görüyorsa? Elini tutamıyorum, çok soğuksun. Taş istiyorsun, şemsiyeyi unuttuğumu anımsıyorum.