Dünyanın bir yerinden oyulmuş gibiyim. Oldum olası çözemediğim bir ait olamama duygusu içimde kök salıp durmaktan başka ne yapıyor ki?
Bilmem... Her insan öyle galiba... kim tamamen bir aitlik duygusunu iliklerine kadar hissederdi zaten. Ayaklarım dünyanızdan kopmak için can atarken, ne diye yenilenip duruyorum zamanın içinde. Ne diye ihanet ediyorum bir önceki fikrime. Çözülmemiş duygulardan herhalde. Düğüm çözülmedikçe yer eder kendine. Kalıp durur öylece. Pijamam umutsuzca o ahşap, benimki gibi oyuk koltuğun üstünde. İç içe geçmiş beni, yani kendisine eş bulduğunu beklemekten başka ne yapabilir ki? Bizim eşyalarımızda zamanla bize benzeyip durmaz mı ?Zaten evimiz, defterimiz, kitaplarımız mutlak içimizdeki bir yerin yansıması, somut hali olarak karşımızda duramaz mı yani. Koltuk benim kadar yorgun ve eskiyse, mutlaka bir çekmecede isyan çıkıp takılıp duruyorsa, kapının kolu inatla düşüyorsa ben ne yapabilirim? Kendime pay çıkarıp dururum işte küstahça. Ama her şey benle başlamamış mıydı? Ben gözlerimi dünyaya açtığımda olmamış mıydı her şey. Gözlerim neye değse kendinden bir parça bırakmamış mıydı yada hafızaya atıp yinelememiş miydi ?Bilmiyorum. Günler birbirine benzediyse, bende her gün aynı ben olarak uyanmışım demek ki . Pencere açıldığında gördüklerim, beklediklerimi karşılamamış, hayat yorgunluğumu gün be gün biriktirmiştim. Tıpkı kumbaraya atıp biriktirdiğim sonra yediğim paralar gibi. Üzgünüm olduğumdan farklı görünemem sana. Benim yılgınlığımı garipseme. Senin yerine ben garipserim çünkü. Yılgın bir insan olarak daha çok savaşıyorum, hatta senden daha çok. Buna alınabilirsin ama bu böyle. Biz yılgınlar bütün mutsuzlukları kabul etmişiz ve onlara rağmen yaşamaya çabalamışız. Ama bilmiyorum sen mükemmel derecede iyisin bu işte. Pozitifsin ve asıl mutsuzluğunu bile keşfedemedin henüz. O kadar hazırsın ki kendini mutlu edecek yeni bir şey bulmaya, benim için bu hayret verici mesela. Gelecek senin için suyun üstündeki yağ gibi kayarken , benim için ayağıma bağladığım bir taş ve biliyorsun bu taş her zaman dipte… birbirimizi keşfedeceğiz ama önce gerçeklerden bahsetmemiz gerekecek. Ve duygulardan. O göz kapaklarına gömülmüş gözlerin Işıl Işıl parıldamakta, suya vuran güneş gibi. Senin dalgaların sakin ve suyun usulca. Benimki dalgalı ve bulanık. Biliyorsun böylece bir mesafe giriyor araya. Ben dalgalıyken nasıl bir sakinlik verebilirim sana? Sen bir acıdan bir mutluluk çıkardın, ben bir acıdan mutsuzluk. Nöbetimizdi bu bizim. Yaşamımızı şekillendiren bir nokta. Sen anahtarı soktun ve açtın kapıyı, ben zorladım kırdım. Keskinleştim…bir cam gibi tertemiz olabilmekti niyetim. kırıldım. Üzdüm seni. Kanattım.
Ne güzel bir sayfaydı oysa bize ait. İçine karaladığımız insan örüntüleriyle dolmasaydı eğer. Eğer ben... Biraz daha gayret edebilseydim kendim için, bir resim bile çizebilirdim. Kurumuş bir çiçek gibi başım. Boynumun başımdan umudu var ama başım bünyemden habersiz iflasta. Şimdi anlayabilirsin ruh sağlığının insanı nasıl çürüttüğünü. Ve, yoruluyorum ağzımın hızından... dünya değil içimi karartan başka. Başka bir...
Uzun zaman olmuştu. Ben mutlak vakitsiz geldim.
Sen öylesine hazır ve nazır.
Öylesine dinlemeye yemin etmiş bir suskun. Yemin ediyorum hiç evin olmamış senin, yokluğun orasından doğmuş eksikliğin.
Bir sokak başında adımlarken dünyayı, neden bu kadar içtin ? diye sormamı garipseme lütfen.
Çünkü ayakların bana çelme atıyor ve bu hiç hoş değil...
Güzel şeyler giderek azalıyor sanki... yaşımızdan mı? yaşadığımızdan mı ? bilmiyorum...
Yorgunum sadece... Ve bu yorgunluk için çok erken değil mi diye düşünüyorum. perdelerin dantellerinde soluk alıp veren cadde ışıkları ve hızı yavaşlığımı hatırlatan otomobiller, kapıların üşengeç aralığı...Dünyayı arkamda bırakıp geldiğim kanepe. Bir avuçta içip bitirdiğim rüyam..
Bir çocuk olmaktan başka niyetim yoktu bu akşam.