Yaşama tutunduğum şehrin dar sokaklarını adımlıyorum. Bu tanım beni tarif edemedi. Bu şehrin sokaklarını, yaşamak için bir sebep bulabilmek adına gölgeliyorum. Bu hayatta, bu evrende, bu dünyada, bu şehirde gölgeden başka bir şey değilim. Kendimin gölgesiyim. Kendim diye bir şey var, insanların arasında onlardan biri olarak varlık gösteriyor. Onlar gibi yemek yiyor, nefes alıyor; okula, işe gidiyor, akşamları eve dönerken ekmek alıyor. Eğer marketin kapısında ekmekçinin arabasını görürse marketin içinde dolanıyor. O sıra gözüne küçük bir oyuncak araba takılıyor. Sıcak ekmek ve sıcacık bir gülümsemeye sebep oyuncak arabayla evine gidiyor.


Bir de ben varım. Kendimin gölgesi olan ben. Dar sokaklarda geziyor ve yaşamak için sebep arıyorum. Tutunmak için.


Sokağın sonu bir parka çıkıyor. Sevgililer el ele tutuşmuşlar. Sarılanlar da var. Bir insanı sarmak. Bir insanı. Gayriihtiyari sağıma bakıyorum. Bir insan. Sıcak bir gülümseme. Fermuarımı çekip yürümeye devam ediyorum.


Üç adım sonra bir çukur var. Bir. İki. Üç.


—Merhaba gölge abi.

—Merhaba kaldırımın yarası.

—Yara değil abi, boşluk.

—Boşluk da bir yara değil midir?

—Yara iyileşir, yerini boşluğa bırakır abi.


Boşluktan al dersi. Eyvallah boşluk kardeş!


Bugün günlerden pazar. Bu sefer şehrin merkezden en uzak yerindeyim. Sabahın ilk dakikalarından bu yana sokaklardayım. Buralar beni tanıyor. Ama nasıl olur, ilk defa geliyorum. Üzerinde DUR yazan bir tabela selam verdi. Şaşırdım. Daha önce görmemiştim, onu tanımıyordum. O beni tanıyordu. Bulabildin mi abi, diye sordu. Kimi, dedim. Geç abi, dedi.


Sonra bir parka girdim ve bir çukur bana, "Yara iyileşir, yerini boşluğa bırakır." dedi. Bilirsin, içimdeki boşluklardan hep şikâyet ederim. Meğerse onlar bir zamanlar yaraymış ve iyileşmişler. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim.


Bir dakika. Üç adım sonra çukur olduğunu nereden biliyordum?


Kâğıdı ve kalemi cebime koyup yürümeye devam ettim. O çukuru nereden biliyordum? Çukur beni nereden biliyordu?


Kendimin gölgesiyim ben demiştim. Şeklen kendime benziyor. Ama silik, karanlık. Kendim nereye gölge oraya. Bazen kendimden önce, bazen kendimin arkasından sürüklenircesine.


İçime bir sıkıntı tünedi. Hava kararacak. Şehrin sonundayım. Sadece şehrin değil, her şeyin sonundayım. Yürümeye dermanım kalmadı. Duvardan yardım dileyerek ilerlemeye çalışıyorum. Duvarın dibindeki bir kâğıt parçasını alıp yüksek bir yere koyuyorum. Kadim bir öğretidir: kâğıda ve kaleme saygı. Biraz sonra bir kâğıt daha görüyorum. Kapatın sahafların pencerelerini! Ben eskiyim ama bendeki eskimez, diyor kâğıt. Ketum olduğu belli. Sır tutmasını ben de bilirim deyip okuyorum eskimeyecek olanı.

 

Hissediyorum ömrümün nihayete yaklaştığını

Hayıflanıyorum

Geçmiş günlerim

Sevgiliden uzak

Ey kör talih şu hale bak!

Oysaki tek arzumdu

Zülf-i yâre kul olmak

 

Yanımdan geçen kadının parfümü bana seni hatırlatmıyor. Ben seni hatırlamak istiyorum. Avare ve aylak oluşuma sebep olan seni. Bulamadığım ve bulamayacağım seni. Beni bıraktığın yerde değilsin. İçimde bencil bir ümitle beni bıraktığın yerdeyim.


Bilmezden gelmek nafile. Ben bu şehri adım adım biliyorum.


Şehre sanki yabancıymışım gibi davranacaktım yine olmadı.


 Yine yoksun.


Yerde bir kâğıt buldum. Yaşlı bir kâğıt. Bana bir sır verdi. Vuslat hasreti hiçbir zaman eskimeyecekmiş, öyle dedi.


Buralarda seni bulamadığımı sildim aklımdan. Yoksa nasıl ararım aynı heyecan ve umutla? Gölgemi burada bırakıp kendimle eve gidiyorum. Markete sıcak ekmek gelecek. Ekmekçi onları dizene kadar kendime oyuncak araba alacağım. Biraz olsun gülümseyebilmek için.


Hoşça kal.