Bugün yeterince yorulmuştu. Evden içeri girdiğinde derin bir nefes aldı. Sağına baktı. Sessizlik hep aynıydı. Sessizliğin kokusu bile yalnızlık kokardı. Ayakkabılarını çıkardı. Odasına yöneldi. Belki uyuyabilir ya da en sevdiği aktiviteyi yapabilirdi, oturma odasındaki kahverengi koltuğa çökmek… Son dakika hatırladığı şey ile hemen telefonuna sarıldı. Aynı numarayı aradı, bekledi, bekledi ve o ses:

“Alo!”

“Ah, bugün son dakika hatırladım, inanabiliyor musun? Sanki her akşam seninle konuşmuyormuş gibi... Bugün yeterince yorgun bir gündü. Hatırlarsın belki, geçen seninle gittiğimiz kahvaltıda bir portakal suyu içip kaçmıştın, acelen vardı çünkü. Neyse, bu saçma bir ayrıntıydı. İşte o gittiğimiz kahvaltıcıya gittim bugün. Boş sandalyeyi görünce içim cızladı. Hasan abi geldi; her zaman getirdiği, Zahide teyzenin böreklerden getirdi. Bir de tavşankanı bir çay. Neyse işte, ayrıntı ayrıntıyı doğurdu yine. Zaten hep öyle demez miydin bana: Sen ayrıntıların adamısın, bense virgülleri atlayarak okuyan bir sınırsız. Sahi hâlâ öyle mi okuyorsun? Yani, uzun zaman oldu tabii. Gerçi biz en son ne zaman bir kitap okuduk ki seninle? Peki şey, kahveni hâlâ bol şekerli ama çayı şekersiz mi içiyorsun? Yemek yapmadan önce saatlerce düşünüp, sonra düşünmekten sıkılıp, bir makarna yapıp çıkıyor musun yine mutfaktan? Bu aralar daha çok özler oldum seni. Dolabın sol tarafı ama yatağın sağ tarafı hâlâ sen kokuyor. En son aldığın, o rengiyle sürekli dalga geçtiğimiz uçuk mavi diş fırçan benim fırçam ile sarmaş dolaş duruyor. Onlar bile bizden daha sıkı sıkıya sarılıyor. Bugün başka yorgunluk var üzerimde. Uzun bir uykuya ihtiyacım var. Hissediyorum. Bazı şeyler çok yakın. Zaten sen gideli bazı şeyler bana çok yakın ama bazı şeyler çok uzak. Bak ne diyeceğim sana, sokakta beslediğimiz bir kedi vardı, hatırlıyor musun? Eve aldım onu sen gidince ama o bile bazı geceler terk ediyor beni. Hiçbir canlı durduğu yerde durmuyor demek ki. Kimisi özgür ruhlu. Kimisi de benim gibi dışarı adım atmak için fazla yorgun. Kapıcı Hüseyin abinin eşi Sevim abla doğum yaptı. Senin gibi derin bakan siyah gözleri var. Adı Elif. Dimdik olsun diye koymuşlar. Seni hayal etmiş hep Sevim abla, sana benzesin istemiş. Ben gözlerimiz kesiştiğinde anladım, aynı senin gibi olacak. Öyle güzel, öyle alımlı ve öylesine özgürlüğüne düşkün. Pazardan elma aldım bu hafta. Seviyorum elmayı, biliyorsun. Bugün okulda çocuklar kavga etti. Ali, Şevval'in kalemini kırmış. Diyemedim çocuklar böyle yerine gelebilir şeyler için kavga etmeyin, ileride sizi yerine gelemeyen şeyler için kıracaklar. Neyse, Ali'yi güzelce uyardım, özür diledi. Bir sonraki teneffüste oyun oynuyorlardı, gördüm. Hep de ben konuştum, gerçi bu sohbetlerde hep ben konuşurum. Senin anlatacakların biteli çok oldu tabii. Şimdilerde hep ben konuşuyorum. Süt aldım dün akşam eve gelirken, senin dediğin marka olsun diye arandım, biraz zor bulunuyor. Bir de sigara aldım. Biliyorum, sevmiyorsun, kokusu üstüme siniyor, farkındayım ama ne yapayım, onun bana, benim ona bağımlılığım var. Bağımlılıklarım artıyor gün geçtikçe. Tabii sen bunun farkında değilsin. Saçlarımı uzatıyorum, sakallarımı kesmiyorum uzun zamandır. O senin hep sevdiğin çenemin sol alt köşesi pürüzsüz değil bugünlerde. Geçen de anlatmıştım sanki, tıraş olurken kesmiştim de bir daha tıraş olmam demiştim. Ah! Şimdi düşünüyorum da ne çocukça hareketlerim varmış. Hatırlıyor musun? Benim istediğim filmi açmadık diye tavır koymuştum sana. Aslında tavır koymak falan değildi amacım. Sen böyle kaşlarını çatıp, alnını kırıştırıp uzunca bana bakıyordun ya, o zamanları işte sırf tekrar tekrar görmek içindi tüm çabam, tüm çocuksuluğum. Bu aralar erken büyüdüm ben. Saat epey ilerliyor. Senin telefonu kapaman ve çocuklarına kapıyı açman lazım. Onlara ağız dolusu gülüyorsundur eminim ki. Gözlerin sulu sulu ama asla ağlamaklı değil. Her birinin başına tek tek öpücük kondurup günde en az iki saat ne yapsam diye düşündüğün yemekleri masaya diziyorsundur. Onlara önce ellerini yıkamalarını ve bunun önemini anlatıyorsundur. Aslında hep aynısındır da değişen sadece zamandır. Bu aralar zamanı durdurmak gibi düşüncelerim var. Sıkıldım bu zaman diliminden. Beni ya geçmişe götürsün ya da tamamen durdursun istiyorum. Ah! Yine ne çok konuştum. Geçen gün sana okuduğum şiiri beğenmiş miydin? Orhan Veli… Neyse bugün sana uzun bir şiir okuyamayacağım. Kendimi bugün bunun için çok yorgun hissediyorum. Ama sana bir dize okuyacağım İsmet Özel’den, kısacık bir dize ama anlamak için, ruhunda yaşatmak için bir ömür gereken kısacık bir dize...

'yürek elbet acıyor esvap değiştirirken

bizden artık akması beklenilen kan da katı

kovulduk ölümün geniş resimlerinden...'

Biliyor musun? Yüzün siliniyor gözlerimin izinden. Sokakta görsem tanımam diye korkuyorum. Bir ruhum tanıyor seni uçsuz bucaksız, bir de kalbim. Senin dahi bilmediğin gizleri. O yüzden kendine iyi bak, bir gün ben de yok olup gidersem sesim kalsın kulaklarında. Hoş kal!”


Ahizeyi yerine koydu. Ona göre kısa gelen ama uzunca bir vaktini çalan o bakış ile telefondan uzaklaştı. Kahverengi koltuğuna oturdu. Gözleri masanın üzerindeki uzun bir süredir içmediği ilaçlara takıldı. Bugün de içesi yoktu bu ilaçları. Kafasını koltuğa yasladı. Kalan son enerjisi ile rüyalarımın kadını dediği silüeti düşündü. Gözleri silikleşmiş, sadece uzun simsiyah saçları kalmıştı aklında. Her şeyini unutmaya başlamıştı. Yorgundu. Uzun bir tatil, uzun bir uyku ihtiyacı hissetti. Gözlerini kapadı. Nefesi düzene girdiğinde her şey yok olmaya başlamıştı.


Bugün kaçıncı gündü, tam hatırlayamadı telefonun başında sessizce bekleyen kadın. Sesini duymadığı kaçıncı gün. İlk başlarda yanlış numara olmasına rağmen ve defalarca dile getirmesine rağmen adam bıkmadan usanmadan anlatmaya devam ediyordu. Bir süre sonra hep aynı saatte telefonun başında beklemeye başlamıştı. Nedenini hiç sorgulamamıştı. İlk başlarda deli diye düşündüğü adamın sonralarında sesindeki yorgunluğu sezmişti. Yaşadıkları ve yaşanmışlıkları deli gibi etkilemişti onu. Her gün bıkmadan dinliyordu. Gözleri kahverengi koltuğun hemen sağında bulunan kitaplığa değdi. Sadece şiir kitapları vardı. Adını bile bilmediği adamın her gün bıkmadan, usanmadan telefonu kapatmadan önce söylediği şiirleri sonrasında kendisi de okumak için not alır ve dayanamaz, kitaplarını da ertesi gün almaya gayret gösterirdi. Saat epey ilerlemişti. Bugün de telefonun başından adamın sesini duymadan kalkmıştı.