Havanın gündüz olmasına rağmen, bu ahşap eve güneşin ve ışığın giremiyor olması acıydı. Sırt çantamızdan her ikimizde el fenerlerini çıkarttık, böylelikle etrafı daha net görebilecektik. Ve birbirimize meraklı bakışlarla ev içerisinde ilerlemeye başladık. Anna hızını kesmeden gözüne kestirdiği, eskimeye yüz tutmuş küçük ahşap kitaplığa yöneltti kendisini. Bense bu sırada burnuma gelen küf kokusundan kurtulmak istercesine yalnızca iki odadan oluşan bu evin yatak odası bölümüne çoktan dalmıştım bile. Eski bir yatak görmekteydim karşımda, bir ayağı kırılmış, çarşafı yere doğru sarkmaktaydı. Üstü motifli büyük ve eskimiş bir çamaşır dolabı, yere yatmış yada artık ölmeyi seçmiş küçük bir sehpa, o kadar eskimiş ve yıpranmışki, dokunsam elimden eriyip kayacaktı sanki perdeler. Bir an için kafamda içinden çıkamayacağım ve beni her etapta rahatsız eden düşünceler beliriverdi. Bu ev de bir zamanlar belliki bir yaşanmışlık vardı. Ama artık yoklar. Peki kim ve kimler tarafından nasıl bir şekilde yaşandı bu evde. Her gün bu pencereyi kim açıp, bu odayı havalandırdı mesela, her gün bu yatağa kim girdi, çıktıktan sonra kim geri düzeltti bilmiyordum bile. Kırık bir ayna ilişti gözüme, yarısı yerdeydi paramparça olmuş bir şekilde. Bir süre kadar içsel sıkıntılarımla boğuşmayı denediysemde olduğum yere öylece diz çökmüşken buldum kendimi. Elimdeki kırık ve bir zamanlar yaşanmışlığa maruz kalmış ayna ise bu durumuma birebir şahitti. Anna başımda dikilmiş Carol neyin var iyi misin diye sorular sormaktaydı bana. Ona iyiyim Anna sadece dizimi çarptım dedim. Öylemi dedi, evet dedim, aynaya yansıyan suratın yalan söylediğini söylüyor oysaki dedi yüzüme anlamlı bir şekilde bakarak. Bu duruma üzüldün öyle değil mi dedi pencereye karşı sırtını dayayarak, sanki başlangıç ve hemen sonrasında büyük bir kaosla yok olmuşlar gibi ev sakinleri, son bulmuş gibi yaşantıları. Gördüğüm kitaplar, çoğu çok eğlenceli şeylerdi aslında, ben inanıyorumki, bu evde yaşayanlar mutlu kişilerdi. Buna üzülmemelisin Carol dedi, beni adeta teskin edercesine. Bu durumu anladığımı ve seninle aynı düşüncelerin içerisinde sıkışıp kaldığımızı unutmamalısın dedi. Biz yoldaşız, biz yol arkadaşıyız Carol , biz sıcak atan iki kalbiz, üstelik birbirimize hiç birşey sunmak yada almak zorunda da değiliz. Biz yalnızca varız var olmanın o dayanılmaz ağırlığında yaşamak için, nefes almaya devam etmek için okyanusun ortasında kalmış, kendi çabası ve umutlarıyla karayı bulmaya çalışanlarız Carol dedi, bana seni anlamadığımı ve seni hissetmediğimi söylemeye kalkışma sakın...Gözlerim dolmuştu, üzerimdeki yük bir nebzede olsun kalkmıştı sanki. Anna'yı ilk kez bu kadar ciddi bir şekilde görmüştüm, mutluluğundan feragat edip, gerçeklere yönünü benim içinde olsa dönmekten korkmamıştı çünkü. Hiç tanımadığım bir insan olan Anna ile ruhlarımızı yarı yarıya taşımak artık çok daha ilginç gelmeye başlamıştı bana. Buna inanıyordum ama henüz dile getirememiştim. Dilersen çıkabiliriz bu evden, en azından çantamızdaki sandviçleri yeriz. Hem bak ben açıkmaya başladım sanki Carol dedi, olduğum yerden kendi imkanlarımla kalkıp Anna ile dışarı çıkmıştık bile. Etrafımız çimenlikti ve yeşilliklerle sarılıydı, yaşayan ve daha önce hiç görmediğim yabani çiçeklerle doluydu çevremiz. Her geçen kuş yanı başımızdan bize şarkı söyleyerek ayrılıyordu adeta. Biz Anna ile kendimizi çimene salmış, hayatın ortasında adeta çırılçıplak bir şekilde yalnızca görünmeyen ruhumuzla uzanmaktaydık boylu boyunca. Ölü olan bir tek ahşap evdi sanki, bir mezar enkazı gibiydi, soğuktu, ama bir o kadar da ilgi çekici. Tamam dedi Anna gülümseyerek bu kadar dinlence yeter şimdi sandviçlerimizi yiyelim, ve profesör Albertın söylediği gibi notlar alalım bu ev ve düşüncelerimiz hakkında.

Peki dedim ona, havanın kararmasına hemen hemen iki saat kadar kalmıştı şunun şurasında, geri dönmeliydik terkedildiğimiz yuvanıza. Nitekim az da olsa yirmibeş dakikalık bir yolculuk beklemekteydi bizi sonuçta.

Hala evdeki yaşanmışlığı düşünüyorsun öyle değil mi dedi Anna bana, ona evet demeyi çok isterdim ama ben bunu yapıp Anna'yı daha fazla üzmemek ve düşündürmemek adına, şakayla karışık hayır sandviçin içinde neyin olduğunu ve ağzıma neyin bu kadar tatlı geldiğini anlamaya çalışıyorum sadece dedim ona. Anna kahkaha atmaya başladı karşımda, Carol gerçekten isteyince çok komik bir kız olabiliyorsun ben buna bizzat şahitim artık . Aslında bize enerji vermesi için içine şeker koydum biliyor musun dedi. Ama yediğimiz şeyin tuzlu olması gerekmiyor muydu dedim. Evet ama bir de bu yöntemi denemek istedim dedi. Anna becerikli bir kızdı belliki, benim gibi değildi, benim ölü tarafım çoğunluktaydı onun ise yaşayan tarafları çoğunluktaydı. Biliyor musun aslında çok güzel yemeklerde yapabilirim, zamanımız çok senin için yapacağım dedi. Peki dedim ona ama benim aklım hala evdeydi, sandviçlerimizi bitirmiştik ve iyice de dinlenmiştik. Anna yanımdan hızlı bir şekilde heyecanla bir anda kalkıp, şu uzaktaki görünen kırmızı çiçeklerin hepsini istiyorum dedi ve koşmaya başladı. Uzakta gördüğü kırmızı çiçekler yabani lalelerdi. Çok kırılgan ve çok hassaslardı tıpkı bizim gibi... Peki koparılmaya değecekler miydi ?


Yazan - Edibe Eda Toğaç

Devam Edecek