Gördün mü işte onu nasıl da yakaladım dedi büyük bir sevinçle. Evet atletizmin koşu dalında yarışmalısın belki de dedim, bu komik değil dedi ve yanımdan nispet yaparcasına gitti. Bana kızmış mıydı, peki ama neden ? Kafamda dönüp duran şeyler var, hayatımı neden diğer insanlar gibi sürdüremediğime anlam veremiyordum bir türlü. Örneğin yanı başımda bir çift kavga ediyor ve ben dehşetle ve de korkuyla onları izliyorum, donup kalıyorum öylece, kalbim çılgınlar gibi çarpıyor ama hiç birşey yapamıyorum, tek bir söz bile çıkamıyor
ağzımdan. Oysaki bir başkası rahatlıkla bu işe atılabiliyor, ve kendini feda edercesine insanları ayırmaya, aralarını yapmaya girişiyor. İnsanlar çılgınca şeyler yapıyor, bunu görebiliyorum çoğu zaman. Örneğin okuduğum gazeteler ve izlediğim haberler bana dehşet veren dünyanın, tam ortasında yaşadığımı bir kez daha hatırlamama sebep oluyordu. Annelerini, babalarını, eşlerini ve çocuklarını öldüren insanlar var, bir takım hayvanlarımıza işkenceler edip bundan haz duyan ruhlar var. Aklımın alamayacağı türden, içlerini kötülüklerle doldurmuş, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde kötülüklerini iyilere kusmak isteyen insanlar var. Tüm bunları düşündüğümde, istediğim dünyayı kafamda yaratabiliyor ve o dünyanın dışına pek çıkmayı tercih etmiyordum doğrusu. Bu beni belki dahi yapar belki de deli... Eve doğru yürümeye başladığımda, getirildiğimiz bölgeyi tanıma adına geçtiğim her yere iki kere bakıyordum. Burası cennet gibi bir yerdi, henüz ayak basılıyor gibi sanki. Anna köpeği bağlamış başında onu sevmekle meşguldü. Bu kızı tanımıyorum, profesör Albert neden birlikte kalmamızı uygun gördü onu da pek anlamış değilim doğrusu ,neyin parçasıyız onu da bilmiyorum. Bana istediğim hayatı sunacağını söylemişti, buraya getirilmeden önce formaliteden de olsa bir çok belge imzaladık. Aklımda kalan cümlesi ise ''bunu bir tatil gibi düşün'' demesi oldu. Anna yanıma gelerek, az önce şaka yaptım anlıyorsun beni değil mi dedi, bense bu tuhaf şakasını anlamamış olsam da anlıyor gibi yapmayı bir an için daha uygun bulmuş olmalıyım ki, elbette dedim şaşkınlığımı ona belli etmeden. Şimdi kahvaltı yapmalıyız, daha sonra bize verilen haritaya bakarak gitmemiz gereken noktaları bulabiliriz böylelikle dedi. Biliyor musun gizemli olan herşey beni heyecanlandırır dedi, yüzünde bıraktığı gizemli gülüşüyle. Neden samimi olamıyorum insanlarla bilmiyorum ,neden yakınlaşmalarına izin vermiyorum anlayamıyorum. O kadar çok kendime dost olmuşum ki bir başkasına artık ihtiyaç duymama düşüncesini düşünmek bile istemiyorum, çünkü korkuyorum, ya kendimdende sıkılırsam birgün! O zaman ne kalırdı benimle...İ stersen kahvaltıyı ben hazırlayabilirim dedim ona, istiyorsan elbette dedi masum gülücüğüyle. Buzdolabını açtığımda bir çok şeyin konserve olduğunu gördüm, portakal suyu ve hazır kruvasanlardan çıkartıp masaya hazırladım. Anna masada yerini çoktan almıştı bile, bende yerimi aldım ve kahvaltımı etmeye başladım, bir an için gözlerinin bana odaklı olduğunu hissettim , kafamı bir an için ona döndürdüm, haklıydım soru sormak istercesine bana odaklanmıştı, çok geçmeden saniyeler sonra, mesleğin neydi Carol dedi. Beklediğim sorulardandı, bir sigorta şirketinde görevli memurdum, sıkıcı bir iş olmalı dedi yüzüme gülerek, evet dedim çok sıkıcı ve benim kaldıramayacağım derecede yorucuydu dedim. Bu yüzden mi köşene çekilip yazmaya başladın. Evet dedim, peki ya sen dedim onun hayatımla ilgili başka birşey sormasına fırsat vermeden. Beni baş belası gibi mi buluyorsun Carol dedi, bir an için kuruvasan boğazımda kaldı, bunu da nereden çıkartın dedim, elbette hayır. Carol! dedi gördüğüm kadarıyla ruhen farklılıklarımız benzerliklerinden daha az aslında, neden daha fazla rahat olmaya bakmıyorsun, seni sorularla boğup, sıkıştıracakta değilim, ya da bir günde sana nasıl bir izlenim verdim bilemiyorum ama sandığın gibi geveze kızlardanda değilim. Profesörden bu teklif geldiğinde buna atlama nedenim, yalnızlığımdan bir an için sıyrılıp yeni maceralara atılmaktı. Beni anlıyor musun Carol, etrafım beni anlamayanlarla doluydu çünkü, bana karşı daha fazla resmi olmana yada çekimser kalmana gerek yok, biz bu bölgede sadece iki kişiyiz, kısa bir süreliğinede olsa birbirine hayat verecek iki tek kişiyiz. Ne demek istediğini anlıyordum, izninle dedi ve masadan tam bir hanımefendi edasıyla kalktı, ve ben ona henüz cevap verememişken, üzerimi giyiniyorum ve ilk bölgeye gidiyoruz dedi. Ona sadece tamam diyebildim. Bu ani çıkışı beni biraz ürkütmüştü ama masada onu beklerken daha fazla düşünme fırsatım oldu; Anna haklıydı, insanlara karşı hep böylemi olmak zorundamıydım sanki dedim, kendi kendime. On dakika sonra Anna odasından çıktı ve yanıma geldi, sırtında bir sırt çantası vardı, sende alacaksın öyle değil mi dedi. Ne için dedim, bilemiyorum haritada gideceğimiz ilk nokta hiçte kısa bir mesafede değil gibi görünüyor, bir takım şeylere ihtiyaç duyabiliriz dedi. Ona haklısın tabi, tamam öyleyse bende hazırlıyorum dedim ve diye de ekledim peki ya köpeği onu da götürecekmiyiz dedim. Artık onun bir adı var Carol dedi, öylemi peki neymiş dedim. O bir erkek biliyorsun ve o bizim koruyucumuz dedi bu yüzden adını Tex koydum dedi. Biliyor musun Tex aslında teksastan gelen adam anlamını taşıyor ve bir çizgi roman kahramanının adıdır. Bir kaç kez okuduğumu haıtrlıyorum Tex Willer'in hikayelerini. Babam italyaya her gitmesinde getirirdi bu çizgi romanı, italyancam yoktu o zamanlar, ama hayal gücümle ve de çizgi romanın görselliğiyle, bir şekilde babamın anlattığı şekilde anlamış olurdum hikayeyi, kısaca Tex Willer o zamanlar kahramanımdı dedi. Bunları anlattığında hemen yanıbaşına çoktan gelmiştim bile, senin bir kahramanın olmadı mı dedi yüzüme gülümseyerek, hayır dedim, şuan için hatırlamıyorum aslında dedim. Öyleyse hazırız o eve gitmeye ve profesörün belirttiği gibi karşılaşacağımız manzaranın tadını şimdiden çıkartabiliriz dedi. Ve köpeğimiz Tex'ide yanımıza alarak birinci bölgeye gitmek için yola çıktık. Doğa' her zaman huzur vermiştir bana, bazen bir tek onunla bütünleşebiliyorum sanki. Hiç gelmediğim, kıyıda köşede kalmış bu bölgeye attığım her adımda büyülenmekteydim adeta. Yolculuğumuz yaklaşık olarak yirmi beş dakika kadar sürdü. Küçük tepeyi heyecanla aştığımızda karşımızda belirtilen küçük sevimli bir kulube görünmekteydi. Heyecanla yanına doğru gittik, Anna bir an için bana döndü ve bu anı ilk yaşayan ben olmalıyım Carol dedi, sanırım arkamda kalacaksın dedi ve eve doğru doğayla adeta bütünleşerek koşmaya başladı. Benimse ondan geri kalır yanım pek yoktu, sen öyle san dedim ve çılgınlar gibi bende koşmaya başladım. Anna bana daha önce yapmadığım şeyleri yaptırıyordu, buna bir yanım seviniyor bir yanım anlam veremiyordu... Eve doğru yaklaştığımda evin arka kısmında olduğumuzu fark ettik ,ön tarafa gidelim dedi ve evi bir tur dolandık, karşımızda dokunsak elimizde kalacak bir türden kapı vardı. Parçalanmaya çokça meyilliydi ve haddinden fazla eskimiş tahtası çürümüştü. Tam elimi kapı koluna uzatmaktaydımki Anna kapıya tekme attı ve çürümüş tahta kapı yere serildi adeta. Anna dedim şaşkınlıkla, ne yaptığının farkında mısın? evet ne oldu ki dedi, yaptığı şey çok normalmiş gibi. Artık bir kapımız yok dedim ona, bu önemli değil sonuç itibari ile burada yaşamıyoruz dedi. Bunu biz bilemeyiz dedim, ne demek istiyorsun dedi, birşey yok dedim ve evin içine doğru ilerlemeye başladık...
Yazan- E. Toğaç
Devam Edecek