Sabah ezanlarının sessizliği, kimsesizliğiyle

hançeremde düğümlenen kelimelerin ağırlığıyla

sokağa, yani yaşama sıfır bir masada

kitaplarım ve çayım ve tütünümle bakıyorum:

İhtiyarların sessiz bir çığlık gibi sigara dumanını içlerine çekişlerine,

umarsızlığın yalın hali çocuklara, sabah otobüslerinin öfkeli sessizliği babalara...


Bir anne şefkati aranırdım

her köşe başında.

Bakmaklarım hep bir göz dalması oldu,

yanımda olanları kaçırdım.

Azar işiten bir çocuğun

desenlerini incelediği halıya baktığı gözleriydi gözlerim.

Sessiz avazları, utangaç bir öfkeyi, öğretilmiş saygıyı barındıran gözlerim.


Derin, kesiksiz uykuların dalgınlığı,

uykusuz gecelerin ağrılarıyla bir başımayım

silgi çöplerinin, tütün kırıntılarının doldurduğu masada,

ağrı iniltilerime tek tanık olan yastığım evde kaldı,

üç adımda biten odamdan dünyaya açılan pencerem

toza bulandı,

uzun otobüs yolculuğunun tekdüzeliği ile,

baba nasihatlerinin sıkıcılığıyla,

nedensiz bir öfkenin hıncıyla sıkıyorum dişlerimi,

gri ve kasvetli göğün bulutlarına asılacak olan

hüzün dolu suretim ile.


Susmasını öğrendim yeniden,

yeniden icat ettim o dipsiz kuyuyu

Ney bozacak dersin bu sessizlik orucunu?

Hangi günah yazılacak

terk edilmiş, unutulmuş kervanları andıran,

iki dünyanın ölüsü ömrüme?