Sabah ezanlarının sessizliği, kimsesizliğiyle
hançeremde düğümlenen kelimelerin ağırlığıyla
sokağa, yani yaşama sıfır bir masada
kitaplarım ve çayım ve tütünümle bakıyorum:
İhtiyarların sessiz bir çığlık gibi sigara dumanını içlerine çekişlerine,
umarsızlığın yalın hali çocuklara, sabah otobüslerinin öfkeli sessizliği babalara...
Bir anne şefkati aranırdım
her köşe başında.
Bakmaklarım hep bir göz dalması oldu,
yanımda olanları kaçırdım.
Azar işiten bir çocuğun
desenlerini incelediği halıya baktığı gözleriydi gözlerim.
Sessiz avazları, utangaç bir öfkeyi, öğretilmiş saygıyı barındıran gözlerim.
Derin, kesiksiz uykuların dalgınlığı,
uykusuz gecelerin ağrılarıyla bir başımayım
silgi çöplerinin, tütün kırıntılarının doldurduğu masada,
ağrı iniltilerime tek tanık olan yastığım evde kaldı,
üç adımda biten odamdan dünyaya açılan pencerem
toza bulandı,
uzun otobüs yolculuğunun tekdüzeliği ile,
baba nasihatlerinin sıkıcılığıyla,
nedensiz bir öfkenin hıncıyla sıkıyorum dişlerimi,
gri ve kasvetli göğün bulutlarına asılacak olan
hüzün dolu suretim ile.
Susmasını öğrendim yeniden,
yeniden icat ettim o dipsiz kuyuyu
Ney bozacak dersin bu sessizlik orucunu?
Hangi günah yazılacak
terk edilmiş, unutulmuş kervanları andıran,
iki dünyanın ölüsü ömrüme?
H. Nihan
2021-06-30T14:59:52+03:00Anlamlı ve içtendi, kaleminize sağlık.
Özellikle "ağrı iniltilerime tek tanık olan yastığım evde kaldı,
üç adımda biten odamdan dünyaya açılan pencerem
toza bulandı" buraya bayıldım. 🌿