Gece geç saatler... Güvenlik olarak görev yaptığım kulübeden eve dönüş için yola çıktım. Saat dörtte vardiya değişimi var. İş yerimle evimin arası yaklaşık iki saat. İki otobüs değiştiriyorum. Daha sonra inip otuz dakika falan yürüyorum. İlk otobüsüme bindim yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra indim, ikinci otobüse bindim, o da yarım saat kadar sürdü ve indim. Yürüdüğüm yol ara ara sapalaşıyor. Yürürken korkuyorum bazen. Ama silahım var, ne de olsa güvenliğim. Birisi çıkarsa karşıma korkutmak için ateş ederim. Daha sonra kaçarım diye düşünüyorum. Bunları düşünürken bir yandan yürüyordum. İçinden geçtiğim uzunca bir sokak var, sokağın ışıklarının arızalı olduğu bir kısım var. Bu kısımda ışıklar bazı günler yanıyor, bazı günler yanmıyor. Bugün de o yanmayan günlerden birisi. Hava da epey soğuk, bir yandan da yağmur tüm şiddetiyle yağmaya devam ediyor. 


Birden arkamdan birilerinin bağrışma seslerini duyuyorum. Geride kalan bir sokak arasından geliyor. Epey karanlık bir sokak. Kimse görünmüyor. Derken bağrışmalar yükseliyor. Birden kendimi tutamayıp sesin geldiği taraf doğru geri dönüyorum. Sokağın köşesinden ileriye doğru bakıyorum. İki adam bir başka adamı dövüyorlar. Yerdeki adamdan yere kanlar damladığı görülüyor. Fakat kim oldukları belli değil, sadece karanlıkta hareket eden silüetler görünüyor. İkisi de yerdekini öldüresiye dövmüşler. Ama adam hâlâ canlı. Direnmeye çalışıyor. İkisi de adamı dövmekten yorgun düşmüşler gibi. Hatta birazda ayakta zor duruyorlar. Alkol aldıklarından şüpheliyim. Bu üç kişinin arasındaki kargaşa esnasında yerdeki adam birden diğerlerinden birinin üstüne atılıyor. Ve arka cebindeki bir şey alıyor. Dört el ateş sesi geliyor. Etrafta kimse olmadığı için ses yankılanıyor. Tabancanın sesi yağmurun sesini bastırıyor. Ben sesi duyunca iyice köşeye siniyorum. Korkudan tir tir titriyorum. İki adam mermileri yedikleri gibi yere yığılıyorlar. Yerdeki adam o anki korkuyla mı, yoksa vücudunun ağrısından dolayı mı, bilmiyorum, birden bağırıyor. Bağırmadan ziyade inlercesine bir ses çıkarıyor. Adamın sesini duyunca korkumdan hemen koşarak oradan kaçıyorum. 


Eve gittiğimde saat altıyı biraz geçiyordu. Yorgun hissediyorum. Ama bir yandan da aklım o son adamda kaldı. Acaba yaşıyor mu? Diğer iki adam öldü mü? Yatakta bir süre bunları düşünerek uykuya dalmışım. Uyandığımda saat akşam altıya geliyordu. Kalkıyorum, kendime yiyecek bir şeyler hazırlayıp televizyondan izlemek için haberleri açıyorum. Haberde "Üç Kişi Sokak Ortasında Ölü Bulundu" başlığını görüyorum. Sokak o sokak, ölen üç kişinin kimliğinin belli olduğu yazıyor. Ahmet D., Hasan K. ve Şevket K. Ne, Ahmet mi? Beynimden vurulmuşa dönüyorum. Ahmet'in benim hem çocukluk arkadaşım hem de aynı iş yerinde çalıştığım en sevdiğim dostum olan Ahmet olduğunu o an öğreniyorum. Kendisiyle çok samimiydim. Hatta görüştüğüm tek arkadaşım diyebilirim. Ben işe giderken o işten dönerdi, otobüste denk gelirdik çoğu zaman. Hafta sonları birlikte takılırdık. Onunlayken gerçekten eğlenirdim. Diğer ikisini tanımıyorum. Husumetlilerinin vurduğu söyleniyor haberde. Fakat daha fazla ayrıntı vermiyor.


En yakın arkadaşımın ölümüne göz göre göre müdahale etmedim. Sadece uzaktan izlediğim için kendimi suçluyorum. Ama o olduğunu bilmiyordum ki diyorum kendi kendime. Ama yanına gitsem, ona yardım etsem o olduğunu görecektim ve belki de şu an yaşıyor olacaktı. Kalbimde, içimde bir sıkışmışlık ve pişmanlık hissediyorum. Sanki beni boğuyor. İçten içe yiyen bir pişmanlık. Neden gidip yardım etmedim ki.? En sevdiğim arkadaşım benim yüzümden öldü. Onun ölümünden ben sorumluyum. Kendimi asla affetmeyeceğim. Dostum olsa da olmasa da bir canlının katledilişine göz yumduğum gibi gözlerimi sımsıkı yumuyorum. Ayağa kalkıyorum. Odama gidip silahımı alıyorum. Silahı şakağıma dayıyorum. Tetiği çekiyorum. Tek mermide kendimi öldürüyorum. Ve sessizlik... Bundan sonrası yokluk... Tıpkı arkadaşım ve o yanındaki iki şerefsizin yok olduğu gibi...