Sen güçlü değilsin demeli bazılarımıza. Yalnızca zırhın kalın. Tepkisizliğin, donmuş ifadelerin arkasına sakladığın; sakladıkça kabuk tutmayan, içine ağladıkça tuz basılan yaraların var. Gücün sapını çaresizliğin samanına karıştırdılar. Aşağı çekmeyi tırmanmak, gözden yaş akmamasını üzülmemek, kendini duygularının farkında bile olmayacak kadar kendine yabancılaşmış olmayı hissizlik olarak görenlerle dolu dünyamız. Bir de bunu alkışlayanlarla.
Belirli bir insan stereotipi var. Hepiniz onu tanıyorsunuz, muhtemelen hayransınız duruşuna. Sıkıntısını sizi yormadan çözdüğü için seviyorsunuz belki. Belki de hiç kazanamamış olduğunuz sözde bir zafer bayrağını elinde tutuyor. Etrafta bulunması güven veriyor. İşte en tehlikelisi budur. Birbirine eş bağımlı olduğunu göremeyen iki çaresiz insan. Farkındalık güç için bir ön koşuldur ancak yönetim olmadan farkındalık size yalnızca keder ve acıma (özellikle kendine) getirir. Bahsedilen insanların sorunu elzem aşamaları atlayıp yönetime geçmekten gelir. Farkındalık, kabul etme ve süzgeçten geçirmeyi korkuları yüzünden es geçen ve bir kırığın vücudun hangi bölgesinde olduğunu anlamadan merhemi tüm vücuduna boca eden insanlar elbette günün sonunda ilaç olması gereken şeyin zehrinden ölürler. Ağlamazlar ama öfkeleri sağır edecek kadar yüksek bir sestedir. Çünkü onlar için utanç ve hüzün ayırt edilemez. Aynı öfke ve otoritenin edilemediği gibi.
Sorun çoğu zaman yanlış büyütülmüş bir çocuktur. Ana-Baba yetersizliği çocuğu yeterli olduğunu her anlamda ilan etmeye çalışan bir önceki kuşaktan da daha yetersiz bir yetişkin yapar. Hatta bir kısmı için bu kurtuluştur. Mağdur olmuş ve kaderini yaşamak zorunda kalmış bu paralı askerler hiçbir zaman herhangi bir vatan sevgisi (bahsedilen vatan özbenliktir) taşımaz. Yalnızca meydanda canını korumaya çalışırken bir kahraman, kurtarıcı ilan edilir. Kolay yoldan gelen kabullenilme zaten esas problemi duygularını yaşarsa kabul edilip sevilmeyeceğini düşünen insan için oldukça tehlikelidir. Birbirini bir kısırdöngüye alan bu süreçler yaşamın zamanla daha fazla ön yargı, hevessizlik ve değişmezlik verdiği insan için artık onu yavaş yavaş haşlanan bir kurbağaya dönüştürmüştür. Bacakları olduğunu unutanlar ya da aynı bacaklarda hiçbir gücü kalmamış olanlar sıcağa dayanabildikleri, tencerede kalma "gücüne" sahip oldukları için tekrar ve tekrar ayakta alkışlanırlar. En nihayetinde bahsedilen insan insan olma becerisinin çoğunu kaybetmiş bir madalya duvarına dönüşür.