incecik salınımların gölgesinde dik, geniş merdivenler aradı ayaklarına. çıkılmasının mümkün olmadığı, fakat yürünmesi şart yokuşlar. eski kokan betonlar. basamakların korkuluklarına tutunduğu için çekilen kollarını anımsadı. çekildiğinde dağılan bilekliği derleyip toplamıştı. eksikti. aradığı dağ çilekleri kokusuz ezilirdi. reçeli güzel değildi. nerede olunduğunun önemli olmadığı zamanlara yama olmuş buluyordu kendini. bakışları manzaraları süsleyip hikayeleri var ediyordu. cam kenarına oturmuştu. böyle olmalıydı. birleşip dağılan hikayeler hâlâ yaşam belirtisi veriyordu. sakıncasız kayıp gidiyordu sonra. kum saatindeki taneciklerle birdi. bitip sıkışan oydu. yinelenen. hıçkırıkları göğsüne canlılık katarken koltuğunu öne çekmeye çalıştı. aynasız duvarlara yüzler gizlenmişti. kaçırdı gözlerini. üzerinde vedaların yağmurları vardı. terk edilmiş güllerin dikenleri de körelmişti. saydı bir bir. kırıntılara karışarak baktı ranzadakine. neyin etkisinde olduğundan habersiz yabancılaşan bedeni görmeyi diledi. evvelce ölümü yıkamıştı. çoklukla yolculamıştı. şimdiyse toprağa karışmadan ufalanıyordu. iyileşemeyen kıkırdak eğrisi soluğunu engelliyordu. toplanan boncuklar iplere dizilmeliydi. bulamadı. sarılamayan yaralar kabuklarını bırakmadan geçiyordu. yoldan geçenlerde gömütlerin kaygısını seziyordu. inceledi. küçülerek iyileşecek olanlar vardı. bekliyorlardı. korktu. yürüyüşü sığlaştıran bir şeyler göründü. eğreti şeyler. unut. sus. böylece devamlı yürüyüşlerini yoruyordu. öldür. uyandır. sevgisini sorguladı dışarıyı seyrederken. karşısında boylu boyunca yatan genlerin başındaydı. bir şey söylemek için çok geçti. zehir yoksullaştırmıştı bedenini. ranzadaki kemik parçalarını birleştirince babası canlanıyordu. biriktikçe tükenip kaygan zeminlerde sürükleniyordu. tereddütsüz. kalıplaşan ne varsa kaynar sulara bırakıyordu. gözlerini ovuşturdu. karardı. kimsecikler kalmamıştı. kemiksiz ranza. yalnız ev. ağlandığı geceleri ayıpladı. olması gereken olmuştu. yas günleri de kutlanmalı. unut günü. dayak gibi yaşamın son günü. perdeyi çekti. karanlıkları sıraladı. düşündü.

aklı karıştı.

gecenin bekareti yudum yudum içiliyordu bir yerlerde. sanrıları kıyamet gibi damlardan uçuyordu. susmayı bilediği biley taşları kırıldıkça dönüşümü erteleniyordu. aksine. aksine dönüşüm zora giriyordu. hareketsiz öylece durdu. yoruldukça vazgeçildi. koştukça vazgeçildi. yanakları ıslanırdı kaba sözlerle. artık değil. ayağa kalktı. camdan seyretti gelip geçenleri. kurutulmuş sebzeler pencere korkuluklarına asılmıştı sabahtan. renkliydi. istenmiyordu. istemiyordu. korku hissi yutkunmasını engelledi. kendini bulamıyordu. tünelin sonu görünmüyordu. ışıksız belirlenmeyi bekliyordu. denizini arayan kayalar yosunlanıyordu. sustu. hiç taranmamış saçlarını okşadı. dökülenleri toplamadı. ihtiyaç yok. böyle yaşlanabilirdi. anlamazdı. inanmazdı. sevilen, yok saydı hep birilerini. uzaktan bakınca kusursuz görünen insanları süzdü. sıkıldı. pencerenin kenarından uzaklaştı. dilek ağacına bağladığı saç telleri uçmuştu çoktan. gördü. kabul görmemişti dileği. üzüldü. buzdolabının kapısına öylece baktı. hoşça kal, yazan kağıdı aldı eline. bakıp bakıp iç geçirdi. ranzadaki kemikleri görmüyordu. görmek istedi. izleniyormuş hissine kapıldı bu sefer. karanlık silüetler. ötesinden berisinden geçiyordu. bir oyunun içinde sıkışıp kalmıştı. soluğu çıkmadı. kendi sesinden korkuyordu. tanımıyordu.

ufak tefek değişiklikler gerekliydi.

dünden kalma yemekleri birleştirince yenilenen yemeklere benzemeliydi eklemleri. tadı hoş gelen. o zaman kollarındaki benleri varlığını kalabalıklaştıracaktı belki. gözlerini oraya indirdi. ilk defa görüyordu sanki. hiç yoktu. ranzayı kontrol etti tekrar. tuzlu suyla dolu kap hâlâ oradaydı. sildiği kimlik yoktu. kemiklerin birleşiminde oluşan babası yoktu. gün batımlarında kaybolurdu, ama hiç yoktu şimdi. ölgün sonbaharlar yüzündeki kırışıklıkları çoğaltmıştı. ev çatırdıyordu. takip ediliyormuş hissi kaybolmamıştı. sisli yolları yürümüşlüğü yorgun düşürüyordu bedenini. dışarı çıkmak istemiyordu. pencereye baktı, yakınına gitmedi. sustu. susulan insanların sayılmadığını bildi. varsayılan kusurları gezdi. deniz yok. arama. kendini alıkoyuyordu. kendini bulamadıkça azalıyordu. saygısızlığı kendine yapıyordu. çiçekler yüzünü güneşten kaçırmıyordu. tırnaklarını etine batıra batıra kaşıdı. elindeki not kan revan içinde yitip gitti. yok olmak istiyordu. ağlanabilirdi şimdi. göz pınarları kurumuşsa nereye...

uyku mağdur edilmişti.

deprem anı devrilen eşyaların altında soluksuz kalmışçasına ağırdı bedeni. bakıyordu öyle. görülen yerler göçüyordu ansızın. omuzlarının çöküşüyle yöresi boşalıyordu. kimsenin rahatını kaçırmak istemezdi değişen halleriyle. öyle zamanlar kimsesizleşiyordu. kalbi kırık birini iyileştirmeye niyetleniyordu. yöresiz. evinin tavanında asıyordu kendini. ranzada kimsecikler yoktu. neden? köprüler kurup belleğinin katili olmak istedi. gerilen derisinin yumuşaması sıradanlaşıp sarkacaktı. düşündü. koltukta uyuyakaldı. düşündü. gölgeler takip etti. korktu bakmaya. ceplerinin boşluğunu el yordamıyla fark etti. mandalinalar böbrek taşı oluşumunu engelliyormuş, diye fısıldadı. birden. sustu. uykularından azalarak ayaklanıyordu.

ağaç kovuğuna saklandığını sandı. gölgeler ürüyordu evinde. gözlerini yummaktan başka kaçış yolu yoktu. ranzası boştu. bakındı. sehpada dünden kalan ters çevrilmiş fincan vardı. ağır ağır eğildi fincana. ağırladı gönlünün yapraklarını.