gidecek yerin yok senin

uzakları bilmiyorsun.

kanatların var ama aynada onları görememek için kendi yüzünü kapatıyorsun.

tünellerin var hepsi karanlık küf tutmuş unutulmuş bardakların.


kendine insanların sözleriyle yeni roller biçiyorsun,

susup için ne diyor dinlemeden mutluluğunu ve mutsuzluğunu gardıroptan alıyorsun.

arada bir düşüne giren kadınları -hep sanki annenmiş gibi-

sarıp sarmalıyorsun.


huzurla uyumadığın yataklardan gündüzleri hayata salınıyorsun,

ah bir soluklansan -inansan gündüzün iç dolduran güneşine-

kendini hiçbir denizi izlemeye bırakmıyorsun.


bana bildiğim şeylerden bahsediyorsun,

düzenden ve bir yineleme olduğundan hayatın.

öğrendiğin ve süzgeçten geçirmeden söylediğin şeyler ağzında eğreti duruyor,

duvara asılmış renkleri uyumsuz tablolar gibi yaşadığın sabahlar.


ben sana bakınca sadece yaşanmamış bir hayatın gölgesine tanık oluyorum.

hor kullanılmış, budanmamış ve onlarca yaşanmasa da olur günler.


maskeni takışını tanıyorum,

biliyorum o benden aldığın büyüttüğün emanet acını.

yine de yeni bir yola çekilirken -maskeni kazımak için dayanılmaz- kaçışsız bir istek duyuyorum.