“Tut abla, tut.” diye uzattı elime uzun beyaz kumaşı. “Asıl, asıl, şöyle iyici gerdir.”
Tam karşımda duruyor. Gözleri ışıl ışıl parlıyor. İşveli cilveli bir pop şarkıcısı gibi sesi. Hepimiz yanlış yerdeyiz. Herkes yanlış yerde. O adam imam olamaz, olmamalı. Parlak, beyaz spor ayakkabısı, üzerine oturan mavi kotu, fıstık yeşili kazağı ve takma olduğu ilk görüşte anlaşılan ikiye ayrılıp taranmış gür saçlarıyla onun imam olduğuna kim inanabilir? Olsa olsa düğün organizatörü olabilir böyle bir görünümden. Elimdeki sanki gelinlik kumaşıymış, bizler düğüne gelmişiz gibi konuşuyor. Birazdan, haydi eller, oturmaya mı geldik diyecekmişçesine, kalkıp önce kendi gerdan kıracakmışçasına kıpır kıpır elleri kolları.
Sürrealist bir filmin içindeyim. Keşke prova olsa; kayıt girilmedi, baştan alıyoruz deseler ve ben kaçsam oradan, “oynamıyorum” desem. Film ne zaman başladı? Kamera gece karanlığında kalabalık bir otogarın bekleme salonunda, perişan bir kızın yüzüne yaklaşıyor. Kızın elinde cep telefonu, sakince konuşurken birden çığlık atıp ağlamaya başlıyor. Birisi, bir erkek kucağına bir kutu mendil, bir şişe su bırakıyor, “İyi misiniz?” diyor, kararsız hareketlerle omzuna dokunurken. “İyiyim.” diyor kız, adama bakmadan. Kızı otobüse binerken ve gece yolculuğunda koltuğunda ağlarken görüyoruz. İçli içli, sessizce ağlıyor. Adamın verdiği kutudan mendil çıkarıp ağzını burnunu temizliyor.
Evet, öyle oluyor. Hatırlıyorum o akşamdı, banyo yapacaktım kahvemi içtikten sonra. Yapamadım. Bir telefon, ambulans geldi, acile götürdüler gibi laflar. Titreyen ellerimle çantamı alıp çıkışım. Ellerim, evden çıkarken basitçe bir tokaya tutturulmuş yağlı saçlarıma gidiyor. Toka aşağılara kaymış. Bu kalabalıkta banyo yapılmaz. İki göz bir köy evi zaten. Günlerce boşalmaz.
Sahneler birbirine karıştı. Ben şimdi iki gündür bu kalabalık köy evindeyim. Çoğunu tanımadığım onlarca insan giriyor içeriye ve hemen çıkmıyor. Küçük yerlerin tek eğlencesi düğün, bayram ve cenaze. Bugün ne düğün ne bayram. Doğduğum köyde diye vasiyet etmeseydi, şimdiye bitmişti işimiz. Kapının her açılışında üzerime atılıp ağlayan yabancı yüzler. Sakin kalabilseydim biraz. Buradaki herkes yeni ağladı; amcalar, teyzeler siz şöyle oturun, demek geliyor içimden. “Emir Allah’tan,” diye başlayan sözleri; havalardan, hasattan, komşunun kocaya kaçan kızından diye devam ediyor. Sonra yeniden insanlar geliyor ve aynı sahneler yaşanıyor ardı ardına. Kamera burada hızlı çekim yapıyor.
Homur homur alçak sesle konuşmaları kadınların. “Zehra ablam çok severdi çocukları, torun göremeden gitti, yazık.”
Mürüvvetini göremedi derken kaçamak bakışlar yüzüme.
“Hiç de laf ettirmezdi kızına. Çok işi var, kolay mı koskoca şirketin hesaplarını tutmak yoksa gelmez mi sık sık derdi.”
Evlilik, çocuk değil de, bu gelme meselesi bıçak gibi dokunuyor yarama. İki aydır gelememiştim. Yurt dışından denetçiler gelecekmiş, işler yoğunmuş, hepsi bahane. Dayanamıyordum acıyla nefes almasına. Dayanamıyordum elimden bir şey gelmeden onun öylece karşımda eriyip gitmesine. Şimdi dayan bakalım…
Birisinin eli omzumda, kim bu. Bir kadın. Yüzünü hatırlayacağım bir yerden. Otuz yıldır görmediğim kuzenim. Ayrılmıyor yanımdan, çok yakın davranıyor. Bense bu yakınlığı nereye koyacağımı bilemiyorum. Yabancıyız birbirimize aslında. Yaşlanmış epeyce görmeyeli. Ben de mi? Bu öyküde kız diye bahsedilen benim, elli yaşındayım. Aynaya bakmasam unutacağım yaşımı. Küçük bir kız çocuğu sanıyorum bazen kendimi.
Şimdi yine imamın olduğu ilk sahneye dönüyoruz. Gülsuyu burada diyor imam, sıcak suyu gösterip zıplayarak iniyor yıkama aracından. Yengem ve gassal kadınla kalıyoruz. Yengemin gözü hep üstümde. Ağlamayacaksın diye tembihlemişti, yok hayır, emretmişti. Yasa koyucu. Ne yapılıp ne yapılmayacağını her zaman o bilir. Gelenek görenek, usul adap ondan sorulur. Uysal bir kız gibi boyun eğdim, tuttum kendimi hiç ağlamadım. Saçlarını okşadım, ağlamadım. Yasaktı orada ağlamak. Hipnotize edilmiş gibiydim. Gözlerim deli gibi boş, bomboş bakıyor. Ağlamayacağım. İniyoruz yıkama aracından. Ya şimdi diyorum. Hayır diyor, daha değil, cenaze çıkmadan olmaz. Evden çıkıyor, camiye doğru elden ele geçirip götürüyorlar. Herkes şevkle son vazifesini yapma telaşında. Şimdi diyorum, evet diyor, şimdi ağlayabilirsin. Ağlayamıyorum günlerce…
Kenan Birkan
2022-09-17T20:29:51+03:00Gayet iyi bir öykü, kaleminize sağlık olsun.