Bir insan, bir başka insanın acılarını, üzüntülerini, coşkunluklarını, pişmanlıklarını hiçbir zaman tam anlamıyla idrak edemez. Çünkü her benliğin kendine özgü, vahşice ve aynı zamanda çocukça bir tarafı vardır içine girilemeyen.

Tüm kavgaların, kırgınlıkların ve pek tuhaftır ki mutlulukların nedeni işte bu kişiye özgü ve içine girilemeyen taraftır. Bir kez, bir başkasının kendine özgü tarafına girdiğinizi hayal edin... Tamam, hayali kulağa güzel gelebilir ama gerçekten girdiğinizde sizi bekleyen hayal kırıklıkları ve pişmanlıklar size ürperti verir; benliğinizi sarsan ürpertiler.


Bir zamanlar (epeyce uzun bir zaman) ben de bir başkasının kendine özgü alanına girdiğimi, karşı tarafın beni isteyerek içeriye buyur ettiğini ve bundan da pek memnun olduğunu sanmıştım. Kızmayın, herkesin geçiştirilebilecek bunun gibi küçük saflıkları vardır. Bu kandırmacaya bir kez alet edilen insanlar bilirler ki bu aslında teslimiyettir. Her ne kadar karşı taraf size teslim olmuş gibi görünse de aslında olan, kapısını size isteyerek açtığına inandığınız kişiye sizin teslimiyetinizdir: güven teslimiyeti. İçinizden şöyle dersiniz: “Her şeyiyle kendini bana açtığına göre bana değer veriyor ve epeyce güveniyor. O halde ben de ona değer vereceğim ve güveneceğim.”


Tebrikler... Teslimiyetin birinci evresini başarıyla tamamladınız, artık önünüzde çetelesini tutamayacağınız kadar büyük bir teslimiyetler ordusu var. Karşı tarafa bir kez güvendikten sonra artık karşı tarafın söylediklerinin ve yaptıklarının doğruluğu veya yanlışlığı sizi ilgilendirmez. Çünkü bir kez teslim olmak, mantığınızı paketleyip rafa kaldırmak demektir. Bu sebepten asıl önem arz eden işte teslimiyetin bu birinci evresidir: bir kere teslim olan artık her şeye teslim olmuştur.


İnsan, aşkın bir varlığa, bir kişiye veya bir nesneye kendi elleriyle teslim olabilir. Teslim olunan her ne kadar farklı görünse de aslında birdir ve pek çok bakımdan ortaklıklar barındırır. Birdir çünkü kime, neye teslim olmuşsanız artık ona aşkınlık izafe edersiniz, o sizin için sıradan bir olgu olmaktan çıkar. Pek çok bakımdan ortaktır çünkü teslimiyetin verdiği hisler ortaktır: teslim olmanın dayanılmaz hafifliği. Bu hissi yaşayanlar gayet iyi bilirler. Kendinizi evinizde ve güvende hissedersiniz. Çünkü aşkınlaştırdığınız varlığın, kişinin veya nesnenin imdadınıza her zaman yetişeceğine inanırsınız; artık yalnız değilsinizdir.


Güven teslimiyeti insanların irdeleyerek vardığı bir sonuç değildir, kendiliğinden olur ve kendiliğinden biter. Bitmesi (eğer benim kadar saf değilseniz) uzun sürmez çünkü güvenin kırılgan bir tarafı vardır. Şüphe size bir kere uğramışsa onu buyur etmekten fazlası elden gelmez ve maalesef şüpheleriniz genellikle doğru çıkar.

Şüpheleriniz doğru çıktığında doğru olduğundan emin olsanız bile yine de inkar edersiniz. Çünkü bilirsiniz ki uğruna her şeyinizi verdiğiniz düzen artık yıkılmaktadır ve bir düzenin, hem de size hafiflik veren bir düzenin yıkılmasına seyirci kalamazsınız. Bu sebepten öz benliğinizi yok eder ve gördüklerinizi inkar etmeyi denersiniz. Yine de yıkılışın karşısında daha fazla direnemezsiniz. Önünde sonunda ağır gelen taraf, şüphenin de yardımı ve yataklığıyla, öz benliğiniz olur.


Teslimiyetin verdiği hafiflik bulut bulut dağılınca ortada kalan yalnızca öz benliğinizin çığ kadar ağırlığıdır. Çığın altında debelenir durursunuz... Ta ki yeni bir teslimiyete dek.