bir film izliyorum, karakter bana onu hatırlatıyor. ah diyorum, ne hoş. sanki o konuşuyor benimle, dördüncü duvarı yıkmış. aramızda ne bir duvar ne bir hava ne bir şey var, ve benimle konuşuyor gözlerimin tam içine bakıp. daha iyi anlamamı sağlıyormuş gibi onu. duyduğumda benim paranoyak, dengesiz halimi gayet rahatlatacak kelimeler dökülüyor bir bir. o kadar iyi bağdaşıyor ki onunla, uyandırıp öpmek istiyorum onu delicesine. ben sanırım onu harbiden çok sevmişim. benim bile haberim olmadan çok sevmişim.
o yatağında, ben koltukta. uykum yok değil de, onu hissedebilmek için uyumak istemedim. beraber uyuyamadık. hayat bazen insana geçmeyeceğini bildiği, katlanması zor ve acılı geceler verir.
eli uzanmış. bana doğru. ah ne çok istiyorum sarılmak eline, koluna her yerine onun. dokunmaya kıyamıyorum, uyuyor. güzelim ne de güzel uyuyor. arkada çalan melodi beni normalden daha da duygusallaştırıyor sabahın bu saatinde. ağlamak istiyorum. dünya sessiz. yavaş yavaş uyanıyor bir karga sesiyle. sesleniyor;
-hadi uyanın!.
otobüs sesi dünyanın uyandığını destekliyor rahatsız edici sesiyle. kim ister ki sabahları huzur verici seslere uyanmasın. dünya uyanıyor. sormuyor kimseye ne zaman uyanmak istediğini. uyanmak isteyip istemediğini bile sormuyor. dünya acımasız. ben bu dünyada yaşamak istemiyorum. benim dünyam olsaydı, tüm pembe ve beyaz renklerle dolup taşardı işte o dünyam. siyah hiç olmazdı benim dünyam. ya da mavi olurdu, sabah beş mavisi. sarı olurdu. güneşim olurdu dünyamda. güneşlerim. batarken turunculaşırdı, ama acımasız olmazdı dünyam. ve size kötü bir haberim var. benim dünyam yok. belki bir gün yapabiliriz. belki imkansız aslında bize göründüğü gibi imkansız değildir. belki az daha çıksak şu yokuştan, onur da uyansa güzel uykusundan, hallolacak. bilmiyorum, belki. ama bu kargalar çok bağırıyor :(