Kısaca, bir şeyin aslı, esası ve mâhiyeti olarak tanımlayabiliriz. Fakat hakikat, tanıma sığdıracağımız türden bir şey değildir. Bunun somut ve soyut olarak ikiye ayrılmış bir düşünce, bir gerçeklik olgusu olduğunu unutmamamızda fayda vardır. 


Felsefi yönden hakikat sürekli olarak ele alınmış ve felsefecilerin-filozofların sürekli üstünde çalıştığı bir konu olmuştur. Platon, Husserl, Balzano, Hegel, Berkeley, Hume, Gazali gibi isimler hakikat üstünde çok durmuş ve hakikatin insan yaşamındaki yerini inceleme altına almışlardır. Platon tarafından nesnel görüşte, insan zihninden bağımsız, kendi başına buyruk, maddi olmayan ideal bir varlık durumuna indirgenen hakikate, ahlaki değerler de yakıştırılmıştır, bir bütün halinde incelenmiştir. 


Marksizm’den de payını alan hakikat orada ise gözlem, araştırma, deneme ve uygulama ile doğrulanarak ulaşılabilir olmuştur. Kısaca bilginin doğruluğu yani hakikatin ölçütü de pratik olarak belirlenmiştir. 


Tasavvufta ise hakikat dinin, başka deyişle şeriatın iç yüzü olarak yorumlanmıştır. 

Mevlana, Yunus Emre ve filozof olmasına rağmen bu bölümde incelenmesi uygun olan isim Gazali bu konu hakkındaki görüşlerini mesnevi, beyitler ve felsefi yazılar halinde dile getirmişlerdir.


Mevlana: 

“Şeriat bir muma benzer, yol gösterir. Ama ele mum almakla yol alınamadığı gibi ele mum almasan da yol alınmış olamaz. Yola düştün mü, şu gidişin tarikattir:

Dilediğine eriştin mi, bu hakikattir. Bunun için, ‘hakikatler meydana çıkarsa şeriatler bâtıl olur.”


Yunus Emre: 

Şeri’ile hakikatin vasfını aydam sana,

Şeriat bir gemidir hakikat deryasıdır.

Şeriat tarikat yoludur varana,

Hakikat marifet ondan içeri.

Hakikat oldur ki mümin gözgüsüdür onun,

Bu mümini görüben sen getürmegil inkâr.


Gazali: 

“Duyularımız bizi aldatabilir. Akıl da metafizik konularda kesin doğrulara varamaz.” diyerek imanı seçer. Hakikat konusunda tasavvufi çözümü benimser. 

Bundan mütevellit tasavvufi inanıştan yola çıkarak hakikate ulaşanlara ehlü’l-hakika, yani hakikat ehli denmiştir. 


Osmanlı dönemi Türk edebiyatında da hakikat, tasavvufi bir biçimde yine kendisine yer bulmuştur. 


Nesimi: 

Cân ile ten oldu bir hakikat,

birleşti şeriat ü tarikat.


Şeyh Galip: 

Nabi bakılsa çeşm-i hakikatle âleme,

Takdir ile müsalâhadan başkası galat.

Sendedir mahzen-i esrar-ı muhabbet sende.

Sendedir ma’den-i envar-ı fütuvvet sende.

Gizli gizli dahi vardır nice halet sende,

Marifet sende hüner sende hakikat sende.

Nazar etsen yer ü gök düzah u cennet sende,

Arş u kürsi ü melek sendedir elbet sende.